İngiltere futbolunun kalbi sayılan Londra’nın güneyinde silah sanayi işçilerinin kurduğu Arsenal, şehrin güney bölgesinde kurulan ilk futbol takımıydı. Adını buradaki Royal Arsenal fabrikasından alan takım, bir süre sonra kurulduğu Woolwich’ten rekabetin daha yoğun olduğu kuzey bölgesi Highbury’e taşındı. Bizim bildiğimiz Arsenal tarihi de burada Highbury’de yazılmaya başladı.
"Invincibles" Olmak
Arsenal'in modern futbol tarihinde başardığı bu olağanüstü hadise onları İngiltere'nin yeni "Yenilmezler"i yaptı.
Tarihte yeteri kadar geriye gittiğimizde 1888/1889 sezonunda tarihin en eski futbol turnuvası olan İngiltere Futbol Ligi'nde Preston North End toplam 27 maç yenilmeden hem ligi hem de FA Cup'ı kazandı. Arsenal'in modern futbolda başardığı bu olağanüstü hadise onları "Old Invincibles" yani eski Yenilmezler yaptı.
Arsenal'in 2003/2004 sezonunda oynanan 38 maçta 26 galibiyet ve 12 beraberlik ile gelmişti bu şampiyonluk. En yakın rakibi Rus milyarder Roman Abramovich’in yeni model Chelsea FC’sine 11 puan fark atmışlardı. Teknik direktör koltuğundaki Arsene Wenger’in etkisiyle kadroda önemli Fransız yıldızlar bulunuyordu. Takımın gol yükünü çekenler de bu Fransız hücum silahları Thierry Henry (30 lig golü ve 39 toplam gol) ve Robert Pires (14 lig golü ve 19 toplam gol) oldu.
Ağustos’ta ligin ilk maçında Everton’ı 2-1 yenmeleriyle serüven başladı. Sonraki sezonun 12. maçında sonradan "Battle of Buffet" – "Büfe Savaşı" olarak adlandırılacak Manchester United maçıyla bu büyü bozuldu. Maça damga vuran tartışmalı hakem kararları oldu. Arsenal lehine verilmeyen penaltılar ve Sol Campbell’in ucuz müdahalesine direkt penaltı çalınması maçla ilgili güzel anılar olmasının önüne geçti. Maçtan sonra haksızlığa uğradığını düşünen Arsenal oyuncuları ve çalışanlarından enteresan bir reaksiyon geldi ve Sir Alex Ferguson’a dilim pizza fırlatıldı. Sonradan pizza atanın Cesc Fabregas olduğu rivayet edildi ancak ne bir kayıt ne de bir ifade ile bu kanıtlanabildi.
Bu olay futbolun tansiyonunda var olan ufak bir çirkinlik gibi gözükse de Arsenal için yokuş aşağı gidişin belki de fitilini ateşledi. Sanki o muhteşem momentum kara deliğin içine çekilmiş yerini yıllarca kırılamayacak bir makûs talih almıştı. Takımın efsane mabedi Highbury Stadyumu'ndan bir türlü aidiyet hissedilemeyen Emirates Stadyumu’na taşınılması, Patrick Viera başta olmak üzere yıldız oyuncuların kısa sürede kaybedilmesi ve daha önemlisi de yerlerini dolduracak yatırımların da yapılamaması aslında Arsenal’i bu kadere mahkûm eden gerçek sebeplerdi. Bu yenilmezlik serisi ve trajik sonu sanki bu durumun sembolik bir anlatımıymış gibi tarihe geçmiş oldu.
Bu efsane başarının mimarı Arsene Wenger’in 1996’da başlayan Arsenal serüveni tam 22 yıl sürdü. Kariyer zirvesini yaptığı 03/04 sezonundan sonra lig şampiyonluğuna hasret 14 sezon geçirse de Premier Lig’de en uzun süre görev alan teknik adam olarak tarihe geçti. "Invincibles" sezonunda kaleyi Alman file bekçisi Jens Lehmann koruyordu ve 38 maçın tamamında forma giyen tek oyuncu oldu. Defans hattında ise Ashley Cole, Sol Campbell, Kolo Toure ve Lauren maçların büyük çoğunda birlikte oynadı. Rotasyon gerektiğinde ise yedekten gelen Gael Clichy ve Pascal Cygan bu dörtlüye destek oldu. Savunma hattı yenilen 26 golle sezonun en az gol yiyen takımı unvanıyla da bu başarılarını taçlandırdı.
Wenger’in tercih ettiği ve döneme göre modern bir şekilde kurgulanan 4-4-2 dizilişinin kanatlarında gole katkı konusunda oldukça etkili olan Robert Pires ile punkçı ruhunu futbol sahasına da yansıtan öngörülemez Freddie Ljungberg görev aldı. İki kanatta da etkili olabilen bu ikiliye, takımın en çok sonradan giren oyuncusu – tam 17 kez – Edu, devre arası Sevilla’dan transfer edilen Jose Antonio Reyes ve kulübün emektarı Ray Parlour destek oldu. Bu oyuncuların versatile oyun yapısı Arsenal’e oldukça dayanıklı ve esnek bir oyun sağladı. Orta sahanın merkezinde ise belki de takımın en kilit oyuncusu Patrick Viera ile gölgelerin içinden ona partnerlik eden Gilberto Silva vardı. Esas mevzu olan hücum hattında da Wenger’in evladı Thierry Henry ile futbol dehası Dennis Bergkamp vardı. Çok gerek kalmasa da Sylvian Wiltord ve genç yıldız adayı Nwankwo Kanu kulübede beklemekteydi.
Takım kurgusunda kanatlardan taşınan toplar oldukça önemliydi. Pires’in içeri topla kat ettiği bölgeden genç Ashley Cole’ün bindirmeleri büyük tehlike yaratıyordu. Sol kanattan gelişen bu ataklar sola yakın oynamayı seven ana hücum silahı Henry için de oldukça fazla fırsat yaratılmasını sağlıyordu. Diğer yandan Ljungberg ve Bergkamp’ın da kendine özgü bir bağlantıları vardı. Ljungberg’in attığı topsuz koşular, top Bergkamp’ın ayağındayken ihtimalleri oldukça artırdığı için rakip defansların dengesini oldukça bozuyordu. Takımın mihenk taşı ise Bergkamp ile Henry’nin oynadığı rollerin diğer oyuncuları yükseltmesiydi. Yardımcı santrafor rolünde Bergkamp’ın adeta derin bir ofansif saha oyuncusu gibi oynaması Viera ve Silva’nın topla koşularını kolaylaştırıyor ve hücumcu beklerle desteklenen kanat oyununun etkisini artırıyordu. Wenger bu önemli taktiksel kurguya oyuncularını adapte etme konusunda da ustaydı. Orta sahadan devşirdiği Lauren ve Kolo Toure defanstan çıkışlarda ve atılan uzun kontra toplarında da etkili işler yapıyordu.
Arsene Wenger’in 4-4-2’si döneme damga vursa da bir sene sonra lige gelen “Special One” - Jose Mourinho 4-4-3 ile futbolu büyük ölçüde değiştirecek bir devrime imza atacaktı. Wenger önderliğindeki Arsenal, o yıldan itibaren geçen 18 sezonda sadece 4 FA Cup ve 4 Community Shield kazanarak taraftarlarına özledikleri mutluluğu bir daha yaşatamadılar. Wenger’in gidişiyle göreve başlayan Unai Emery’nin erken kovuluşuyla aniden göreve gelen Mikel Arteta ise takıma henüz pek bir değişiklik katamadı.
Arsenal’in devam eden makûs talihi onları gitgide sadece ismen Premier Lig’in büyük altılısı içerisinden bulunmaya doğru itse de biz döneminin bu efsane kadrosunun yıldızlarının nerelere geldiklerini ve neler yaptıklarını mercek altına alalım.
Her şeyin Başı Savunma Hattı
Invincibles" Arsenal'in defans hattı tam olarak adına layıktı. Kolo Toure ve Sol Campbell ikilisi hiç kimsenin karşılaşmak istemeyeceği kadar güçlüyken oyun kurgusunun önemli parçası hücumcu bek Ashley Cole da bir o kadar rakip savunmalara korku salıyordu.
Güçlü fiziğe ve muazzam stoper sezilerine sahip olan Sol Campbell, sadece Arsenal için değil İngiltere için de oldukça önemli bir stoperdi. "Invincibles" sezonundan sonra yaşadığı sakatlıklar ve form düşüklüğü sebebiyle yerini genç Philippe Senderos’a kaptırdı. 6 sezon forma giydiği Arsenal ile 2006'da yolları ayırdığında Portsmouth’un yolunu tuttu. Kaptanlığa yükseldiği Porstmouth'ta ise 2009 yılında veda etti. Ardından Arap sermayesinin satın aldığı ve Sven-Goran Ericksson’u futbol direktörlüğüne getirmiş olan 4.Lig ekibi Notts Country ile 5 yıllığına anlaştı. Burada yapılan yatırımla Premier Lig’e çıkacağı bir macera hayali kurarken henüz ilk maçta kandırıldığını anladı ve sözleşmesini feshetti. Serbest kaldığında Arsenal ile antrenmanlara çıkmaya başladı. O dönem yaşanan sakatlıklarla ona gün doğdu ve tekrar Gunners formasını sırtına geçirdi. Kayarak yaptığı müdahalelere kaldığı yerden devam eden Campbell, bir sezon da Newcastle United forması giyerek kariyerini 2012 yılında noktaladı.
Kariyerini tamamladığından tam 20 yıl Premier Lig’de top koşturmuş ve 73 kez de İngiltere Milli Takımı formasını giymişti. Kısa bir süre siyasetle de uğraşan Campbell, Macclesfield ve Southend United ile alt liglerde teknik direktörlük deneyimi yaşasa da çok başarılı olamayarak bu görevleri bıraktı. Kariyeri boyunca kazandığı paraları çok iyi yöneten İngiliz savunmacı, kendisine hem modern hem de tarihi mimariye sahip evlerden oluşan toplam 50 milyon pound değerinde bir gayrimenkul krallığı kurdu. Defansı yönettiği gibi emlak portföyünü de iyi yöneten Campbell 2019 yılından beri aktif bir şekilde futbolla ilgilenmedi.
Sol Campbell’in partneri Kolo Toure ise Arsenal kariyerinde defansif orta sahadan evirilerek stopere dönüştü. Bu dönüşüm onun için inanılmaz bir gelişime yol açtı ve dönemin en önemli Premier Lig savunmacılarından oldu. Genç yaşında önemli bir rol aldığı "Invincibles" sezonundan sonra düşüşe geçen Arsenal ile birlikte o da belli bir noktaya kadar gidebildi. 2009’da değişim arifesinde olan bir diğer takım Manchester City’e transfer oldu. 2011 yılında yasaklı madde kullanımıyla 6 ay ceza alana kadar düzenli olarak takımın bir parçasıydı ve hatta kaptanlık yaptı.
2012 yılında futbola döndüğünde yine kaldığı yerden devam etti ve kardeşi Yaya Toure ile Manchester City’nin ilk Premier Lig şampiyonluğunu kazanmasına yardım etti. Serbest oyuncu statüsüyle Brendan Rodgers tarafından Liverpool’a transfer edildiğinde 32 yaşındaydı ve tecrübesiyle takıma katkı sağladı. Toure’nin Rodgers’la yollarının kesişmesi hayatını oldukça etkiledi. Rodgers’in peşinden Celtic’e gittiğinde ise futbolcu olarak son şampiyonluğunu İskoçya’da yaşadı ve 2017 sezonunda futbolu bırakıp Rodgers’in yardımcı antrenörlerinden biri oldu. Yazdığı peri masalından sonra tekrar kendini hatırlatmak isteyen Leicester City, Brendan Rodgers’i 2019’da göreve getirdiğinde Kolo Toure de yanında geldi ve UEFA Pro Lisanslı bir antrenör olarak hizmete başladı. Şuan halen bu görevde olan Fildişi Sahilli efsane futbolcu, ülkesinin formasını da 120 maçla Dider Zokora’nın ardından en çok giyen futbolcu unvanına sahiptir.
Öte yandan bu savunma hattının önemli hücum gücü olan Ashley Cole, altyapısında yükseldiği Arsenal için çok önemliydi. Jenerasyonunun tartışmasız en iyi sol beki olan Cole, Invincibles sezonunun ardından 2006’da olaylı bir süreç izleyen Chelsea transferini gerçekleştirdi. Roman Abramovich ve Jose Mourinho ile yeni bir çağ açan Chelsea’de önemli bir rol üstlenerek bir Premier Lig şampiyonluğu, bir Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu ve bir Avrupa Ligi şampiyonluğu kazandı. 107 kez İngiltere Milli Takımı formasını giyen tecrübeli bek için ayrılık vakti 2014’te gelmişti. AS Roma ile kısa bir İtalya macerasının ardından 36 yaşında MLS’in yolunu tuttu. LA Galaxy ile üç sezon oynadıktan sonra adanın yolunu tekrar tuttu.
Chelsea ve milli takımdan arkadaşı Frank Lampard’ın ilk teknik direktörlük deneyimi olan Derby Country’e transfer oldu. Buradaki kısa serüvenden sonra Lampard’ın Chelsea’nin başına geçmesiyle hayatında yeni bir sayfa açtı. Büyük başarılarla toplam dokuz kupa kazandığı Mavilere 2019 yılında akademi antrenörü olarak geri döndü. Şu anda halen Chelsea'nin U15 takımında hem kendini bir sonraki sahneye hazırlarken hem de bir sonraki yetenek grubunu Chelsea’ye kazandırmaya çalışıyor.
Tamamlayıcı Uyum
Özellikle 4-4-2 oynayan bir takımda orta saha ikililerinin önemi normalden biraz daha artar. Savunmada kapatılacak alan artarken, hücumda da etkiyi artırmak için çift yönlü oynamaları gerekir. İşte bu birbirini mükemmel tamamlayan ikili adeta bu oyun için bir araya gelmişti.
Patrick Viera belki de Thierry Henry’le birlikte hem Arsenal’in hem de Fransa Milli Takımı’nın en gözde oyuncusuydu. Viera’yı yıllarca Juventus, Inter ve Manchester City için oynarken izledik ama o bunlara rağmen taraftarın gönlünde hep Arsenal’in lideri ve atan kalbiydi. 2002 yılından itibaren kaptanlık yaptığı Arsenal'in üç Premier Lig şampiyonluğunda da büyük payı vardı. 2005 senesinde Juventus’a giderek yuvadan uçmuş oldu. İlk sezonunda Fabio Capello ile Serie A'da şampiyonluk yaşamasına karşın patlak veren Calciopoli şike skandalı sebebiyle küme düşürülen Juventus’tan ezeli rakip Inter’e gönderildi. Inter’in bu fırsatı değerlendirmesiyle Patrick Viera tam dört sene üst üste Serie A şampiyonluğunun kazanılmasına katkıda bulundu. Kariyerin sonunu da üst düzey bir şekilde bitirmek isteyen Fransız orta saha, Manchester City’nin yolunu tuttu. City'de geçen bir sezondan sonra da futbol kariyerine nokta koymaya karar verdi.
107 kez terlettiği Fransa Milli Takımı formasıyla da 1998’de Dünya Kupası'nı, 2000’de de Avrupa Şampiyonası'nı kazandı. 2011'de aktif futbolculuk kariyerinden Manchester City’nin Futbol Geliştirme Yöneticiliği'ne atandı. Ardından önce 2013'te U23 Elit Gelişim takımı direktörlüğüne terfi etti. Üç yıl sonra da City Football Group'un MLS kulübü olan New York City FC'nin teknik direktörlük sorumluluğunu üstlendi. Kısa sürede takıma büyük gelişim kaydettirerek NYFC'yi ligin dişli bir takıma haline getiren Viera’nın Avrupa kulüplerinin dikkatini çekmesi uzun sürmedi. Bunun sonucunda 2018 yazında Ligue 1 ekibi Nice'e teknik direktör olarak geldi ve kulübü ilk sezonunda yedinci sıraya taşıdı. Takip eden sezonda da gelişimi sürdürerek takımı beşinci sıraya yükseltti. Bu sezon ise Avrupa Ligi’nde elenmeleri ve ligde alınan peş peşe mağlubiyetler sonucunda görevine son verildi.
Edit: 2021-2022 sezonu için Premier Lig ekiplerinden Crystal Palace ile anlaştı. Takımıyla küme düşme mücadelesi verecek gibi görünüyor.
Patrick Viera bu takım için ne kadar önemli ise partneri Gilberto Silva kendi deyişiyle “Görünmez Duvar” da o kadar önemliydi. Geçiş hücumlarının sağlamlığından beklerin hücum katkısına kadar pek çok kurgu onun önemli rolü sayesinde oldu. Rakibin topa sahip olduğu anlarda defansın önünde tüm takıma büyük bir güven veriyordu. Görev odaklı oyunuyla yaptığı katkı gösterişsiz ama muazzamdı. Takımın vitrindeki yıldızları, "Invincibles" sezonundan sonra birer birer giderken Gilberto Silva’nın kulüpteki ağırlığı da arttı. İkinci kaptan olarak Arsenal kariyerini geride bıraktığında Yunan temsilcisi Panatinaikos’un yolunu tuttu. Burada geçen üç yıl artık memleketine dönmesi gerektiğini ona hissettirdi.
Gremio ile anlaşarak Brezilya’ya döndü. Brezilya futboluna tekrar ısındıktan sonra 37 yaşında daha rekabetçi bir takım olan Atletico Mineiro’yla Copa Libertadores’te şampiyonluk yaşarken Ronaldinho ile kattıkları tecrübe önemli rol oynadı. Futbolu bıraktığında 93 kez Brezilya Milli Takımı formasını giymişti ve 2002’deki Dünya Şampiyonluğu’nda sonradan kadroya çağrılıp önemli bir etki yaratmıştı. Futbolculuk sonrası yoksullukla savaşan bir takım yardım faaliyetlerinde bulunan Silva'nın tutkusunu fark etmesi çok uzun sürmedi ve Mayıs 2016'da eski kulüplerinden biri olan Panathaikos'a futbol direktörü olarak atandı. Ancak, kulüpte geçirdiği süre boyunca işler yolunda gitmedi ve ayrıldı.
Şu anda Londra'da yaşıyor ve Brezilyalı oyuncuları temsil eden kendi futbolcu ajansını yönetiyor. Son dönemlerde Manchester United’a giden Fred temsil ettiği önemli oyunculardan biri. Bu oyuncularla bir menajer ilişkisinden öte futbol kariyerlerinin ilerlemesine yardımcı olan bir mentor olarak çalıştığını söylüyor.
Oyunu Değiştiren Kanatlar
Modern futboldaki kanat oyuncularının ilk örneklerinden olan ikili, hem oyuna kattıklarıyla başarının önemli kahramanlarıydı hem de karizmatik duruşlarıyla da önemli taraftar üzerinde önemli bir etkiydiler.
Arsenal’in ve ada futbolunun o dönemlerdeki en ikonik oyuncusu olan Ljungberg, günümüzde normalleşen pek çok normu o dönemde kırmayı başarmış renkli bir kişilikti. Sadece kırmızı-pembe mohawk saçlarıyla değil aynı zamanda oyuna kattığı dinamizm ve yetenekle de Arsenal taraftarının sevgilisiydi. Frank Sinatra’nın efsane şarkısı “I Love You Baby” üzerine "cover"lanmış “We love you Freddie, because you've got red hair” marşı bu sevginin göstergelerinden biriydi. Freddie, Wenger tarafından taktiksel olarak kendisine yüklenen içe kat eden kanat oyuncusu rolüne alıştıkça yaptığı skor katkısı da dikkate değer biçimde arttı. 2008’de Arsenal kariyerini geride bıraktığında 327 maçta 72 gol atıp 36 da asist yapmıştı. 75 kez milli formasını terlettiği ülkesi İsveç için de aynı şekilde öneme sahip olan Ljungberg, iki Dünya Kupası ve üç de Avrupa Şampiyonası’nda oynadı.
Sakatlıklarla sekteye uğrayan kariyerine diğer bir Londra temsilcisi West Ham United’da devam etmeye karar verdi. Burada geçen silik sezonun ardından pek çok transfer söylentisine rağmen MLS’in yolunu tutarak aslında futbola olan hırsının bitmiş olduğunu gösterdi. MLS genişleme takımı olarak lige yeni katılan Seattle Sounders’ta geçirdiği süre yine oldukça vasat geçti. Kariyerinin bu noktasından sonra Chicago Fire, Celtic, Schimizu S-Pulse ve Mumbai City gibi takımlara giderek futbol seyyahlığını noktaladı. 2013’te yuvaya yani Gunners’a döndüğünde önce belirli kulüp temsilcilikleri üstlendi ve 2016’da saha kenarına Arsenal U15 takımıyla indi. 2017’de Alman temsilcisi VfL Wolfsburg Andres Jonker’in yardımcılığını yaptı. 2019’da tekrar Arsenal’e döndüğünde bu kez U23 takımının başına geçti. Unai Emery’nin gidişi ve Mikel Arteta’nın gelişi arasındaki boşlukta 6 maç geçici teknik direktör olarak görev aldı. Antrenörlük görevine Ağustos 2020’ye devam etmesine karşın kendini yönetimsel anlamda daha geliştirmek için Arsenal’le yollarını ayırdı.
Freddie Ljungberg nasıl sağ kanadı etkili hale getiriyorsa Robert Pires de Ashley Cole ve Thierry Henry’le Arsenal sol kanadını o ölçüde ölümcül kılıyordu. Giydiği 7 numaralı efsane formasıyla o da Freddie gibi taraftarın sevgilisiydi. Yerini doldurduğu Marc Overmars kadar süratli olmasa da en az onun kadar teknik ve oyun vizyonu genişti. Oyun sisteminin en önemli parçalarından biri olarak skor yüküne yaptığı katkı onu "Invincibles" kadrosunun en unutulmaz isimlerinden biri yaptı.
2006’da takımı gençleştirme projesi sebebiyle Arsenal'den ayrılırken yeni durağı İspanya oldu. Transfer olduğu Villareal’de Arsenal yıllarındaki skor etkinliğini gösteremese de takım için oldukça faydalı bir oyuncu oldu. Ardından tekrar West Ham United ile Premier Lig’de şansını denedi ancak 37 yaşında bir oyuncu için artık yolun sonu gelmişti. Hint futbol projesinin bir parçası olarak FC Goa’da oynayıp emekli oldu. 79 kez Fransa Milli Takımı formasını da giyen Pires, Arsenal’de Freddie'nin yanında aldığı gönüllü yardım rolleri dışında henüz resmi bir antrenörlük çalışması yapmadı. Yakın gelecekte İspanya’da UEFA Pro Lisansı alarak teknik direktörlük yapmak istediğini bu senenin başında dile getirdi.
Çift Forvetin Böylesi Görülmedi
Dennis Bergkamp ve Thierry Henry sonsuza kadar bir Arsenal efsanesi olarak kalacak çok önemli oyuncular. Emirates Stadı’nın dışarısında onları kulüp ve taraftarlar için ölümsüzleştiren heykelleri diğer iki efsane Herbert Chapman ve Tony Adams’ın tam yanında yer alıyor.
Dennis Bergkamp ve Thierry Henry sonsuza kadar bir Arsenal efsanesi olarak kalacak çok önemli oyuncular. Emirates Stadı’nın dışarısında onları kulüp ve taraftarlar için ölümsüzleştiren heykelleri diğer iki efsane Herbert Chapman ve Tony Adams’ın tam yanında yer alıyor. Bu heykellerden Bergkamp’a ait olan tıpkı Bundesliga logosundaki gibi bir uçan top kontrolünü temsil eden şekilde. Bu da aslında bize Bergkamp’ın estetik ve büyüleyici futbolunu özetliyor. Ajax’ta aldığı üst düzey taktik eğitimi onu çok yönlü bir hücum silahına dönüştürürken olağanüstü pas yeteneği ve oyun görüşüyle de çok etkili bir oyun kurucu görevi görüyordu.
Dennis Bergkamp, Ajax’la başlayan ve Inter’de devam eden efsane kariyerinin zirvesini Kuzey Londra temsilcisi Arsenal’de yaşadı. 404 maç, 110 gol, 90 asist, üç Premier Lig şampiyonluğu, iki Avrupa kupaları finali, dört FA Cup kupası ve dört Community Shield’dan sonra Bergkamp, 2005-06 sezonunun tamamlanmasının ardından emekli oldu. Kulübün Temmuz 2006'da onuruna düzenlediği gösteri maçının bir parçası olarak son bir kez daha Arsenal forması giydi. Bu maç Bergkamp’ın takım arkadaşlığını yapmış dünyaca ünlü efsanelerin de forma giydiği Arsenal'in yeni stadyumunda oynanan ilk maçtı.
Bergkamp, koçluk eğitimi almak ve antrenörlük belgelerini kazanmak için Hollanda’ya gitti. 2008'de Ajax'ın akademisinde rol aldı. Frank de Boer'in iki yıl sonra Ajax teknik direktörlüğüne terfi etmesinden sonra Bergkamp, asistan koçlardan biri oldu. Ancak rolü Peter Bosz'un gelişinden sonra azaldı ve Aralık 2017'de görevinden alındı. Son olarak oğlu Mitchel Bergkamp bu sezon Watford U23 takımına transfer olmadan önce forma giydiği Almere City U21 takımında gönüllü yardımcılık yaptı.
Madalyonun diğer yüzü ve takımın süperstarı Thierry Henry, belki de tüm futbolseverlerin hayranı olduğu genç yaşından itibaren futbolun "prodigy"lerinden biriydi. Arsenal’in yükselişi sırasında Henry tam bir kral olmasına rağmen takım arkadaşlarıyla saha içindeki uyumu da çok özeldi. Komple bir oyuncu olduğu iddiasını sürekli olarak destekleyen eşsiz bir hücum yeteneği vardı. Toplu ya da topsuz olarak, kanattan ya da merkezden her zaman rakibi zorlayan ve golle buluşmaya çalışan bir tarzı vardı. Zaten ölümcül bir bitirici olan Henry, aynı zamanda topla rahatça hızlanmak gibi nadir bir yeteneğe de sahipti. Modern santraforların ilk örneklerinden biri olarak tüm zamanların en büyük oyuncuları arasına adını yazdırdı.
Arsenal'de geçirdiği 8 yılda Thierry Henry adı pek çok kulüp rekoruna kazındı. Tüm zamanların en golcü "Gunners" oyuncusu olmasının yanı sıra 38 maçlık bir sezonda en çok gol atan ve Avrupa turnuvalarında en çok forma giyen oyuncu unvanlarına sahiptir. "Invincibles" sezonu ve sonrasındaki sezonda Altın Ayakkabı’nın da sahibi olmasının yansıra 2003 ve 2006’da iki kez Ballon d’Or oylamasında ilk üçe adını yazdırdı. Henry, Kuzey Londra’da toplamda altı büyük kupa kazandıktan sonra 2007'de Barcelona'ya transfer oldu. Lionel Messi ve Samuel Eto’o ile üç yıl geçirdiği Barcelona’da kupa koleksiyonuna iki La Liga şampiyonluğu, Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu, Avrupa Süper Kupası şampiyonluğu ile Dünya Kulüpler Kupası şampiyonluğu ekledi. Kariyerinin gerilemeye başlaması 2010 sezonunda gerçekleşti. 123 kere formasını giydiği ve halen 51 golle en golcü oyuncusu olduğu Fransa Milli Takımı’na, İrlanda’ya “eliyle attığı gol”le götürdüğü 2010 Dünya Kupası sonrası veda etti.
Barcelona kariyeri de ilerleyen yaşı ve formunun gerilemesiyle bitti. MLS takımı New York Red Bulls'la dört yıllık anlaşma imzalayarak şöhretini Amerika kıtasına taşıdı. Amerika’da geçirdiği dört sezonda klasını tekrar konuşturarak formun geçici olduğunu tekrar kanıtladı. 2011/2012 sezonunda devre arasında iki aylığına kiralık olarak Arsenal'e geri döndüğünde herkesi inanılmaz bir coşku sardı. Onu bir kez daha "Gunners" formasıyla izlemek için herkes can atıyordu. Oynadığı yedi maçta biri maç kazandıran olmak üzere iki gol attı.
2014’te emekli olduğunu açıkladıktan sonra SKY Sport’ta spor yorumcusu olarak çalışmaya başladı. Aynı zamanda Arsenal akademisinde antrenörlüğe de başlayan Henry, 2016’da Belçika menajeri Roberto Martinez'e yardım etmek için vaktini tam zamanlı antrenörlüğe ayırmaya karar verdi. 2018 sezonunda ilk teknik direktörlük şansını gençliğinin kulübü Monaco’da bulan Henry, Ligue 1'in dibine demir atmaları sonucunda feci geçen üç aydan sonra kovuldu. Geçtiğimiz sezona da MLS temsilcisi Montreal Impact ile başlayan Henry, ilk sezonunda takımın dört yıllık play-off hasretine son vermesine rağmen pandemi sebebiyle görevinden ayrılıp ailesinin yanına Londra’ya döndü.
Sambacı
Comments