Futbol; keşfinden günümüze kadar şüphesiz, bir oyun ve spor olmaktan fazla anlam taşıdı ve taşımaya devam ediyor. Güney Amerika’dan Britanya’ya kadar her coğrafyada adını tüm dünyaya duyurmuş takımlar, sportif başarılarının yanı sıra arkalarından yüklü bir tarihçeyi sürükleyerek bugün bu kadar büyük üne eriştiler ve tutku dolu taraftarlara sahip oldular. Bu kulüpler böylesine köklü geleneklere ve özgün bir kültüre sahip olmak için her zaman yüzölçümü olarak geniş şehirlere, ülkelere ihtiyaç duymadı. Bazen tek bir şehir; iki farklı kesimin, iki farklı futbol takımına bağlanmasına tanıklık etmiş ve etmeye devam ediyor. Futbolseverlerin, yıllardır heyecanla takip ettiği rekabetlerin birçoğu böyle bir hikâyeyi içinde barındırıyor. Bu seriye kişisel olarak bende en fazla ilgi uyandıran kutuplaşmadan başlamak istedim. Dilimin döndüğü ve fikrimin yettiğince benim kalemimden Celtic-Rangers rekabeti ve ardında yatanlar…
Glasgow Şehri
Bir asrı geçen bu mücadelenin ortaya çıkışını anlamanın yolunun, hikâyenin küllerinden doğduğu şehir olan Glasgow’un yapısını, sosyo - kültürel değerlerini ve Britanya için önemini algılamaktan geçtiği savunulabilir. Britanya Sanayi Devrim’inin yükselişi olarak kabul edilen ve adını Kraliçe Victoria’dan alan Victoria Döneminde imparatorluğun Londra’dan sonra en büyük ikinci kenti olan Glasgow, aynı zamanda dönemin Paris ve Londra’sının ardından Avrupa’da en fazla nüfusa sahip üçüncü şehirdi. Bir liman ve endüstri şehri olan Glasgow, bugünkü konumuyla İskoçya’nın en büyük kenti olma özelliğini taşıyor. 19. yüzyılın başlarında yerel halkının çoğunluğun Protestanlardan oluştuğu kent, 1860’lı yıllarda İrlandalı Katoliklerin şehre göç etmesiyle Ada’da dinsel çatışmanın en somut biçimde görülmeye başladığı bölgelerden olmaya başladı. Dinin ve endüstrinin şehir halkının yaşamında gösterdiği yoğun etkiler ve bu yoğunluğun neden olduğu kutuplaşmaların gölgesinde doğarak gelişen Celtic-Rangers rekabeti şehrin futbol dolu tarihinin bir göstergesi.
Celtic FC
Kente göç ederek yerleşen İrlandalı Katolik papazların kraliçenin takımı olarak gördükleri Rangers’a karşı kurdukları Celtic, papazların kulübün adının kendilerini anımsatmasını istemesinden dolayı adını Avrupa’nın en eski halklarından biri olan Keltlerden almıştır.1888 yılında kurulan Celtic maçlarını 1892 yılından beri 60.000 kapasiteli Celtic Park’ta oynamakta. Kulübün en büyük başarılarından biri 1967 yılında Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupa’sını kazanmak olmuştur. Lizbon’da oynanan finalde İnter’i 2-1 yenen Celtic taraftarlarınca Lizbon Aslanları adına layık görüldü. Bu başarıyı yakalayan ilk Britanya kulübü olması onlar için ayrı bir önem taşıyor olsa gerek. Ada’da birçok futbol takımın fanatik bir taraftar kitlesine sahip olduğu dünya üzerinde bilinen bir gerçek. İngiltere de özellikle Margaret Thatcher öncesi yüksek dozda görülen holiganizm, tribünlerdeki şiddet olayları nedeniyle rakip takımların futbol statlarına çekinerek gelmesi bu statların cehennem olarak adlandırılması geleneğini başlatmıştı. En az İngiliz takımları kadar fanatik bir taraftar kitlesi olan Celtic’ de bu durum biraz farklılık gösteriyor. Celtic Park girişinde yazan ‘’Welcome to Paradise’’ sözcükleri Celticli fanatikler için futbolun ve Celtic’ in ne anlama geldiğinin bir kanıtı. Doksan dakika boyunca bu tutkuyla içlerini dökebildikleri takımlarına olan sevgilerini gösterdikleri Celtic Park onlar için tam manasıyla bir cennet. Celtic’in sadece bir futbol takımı olmadığını tribünlerde sıklıkla Irish Republican Army(IRA) lehine söylenen şarkılara, Milan maçında taraftarlarca yapılan William Wallace-Bobby Sands koreografisine bakarak anlayabilirsiniz(Bobby Sands ; Thatcher döneminde 1981 yıllarında İrlanda Açlık Grevi olarak anılan protestoların başrollerinden olan bir mahkum, grev sırasında milletvekili seçilerek parlamentoya girmesi tüm dünyada geniş yankı bulmuştu).Celtic taraftarlarının takımlarına olan tutkusunu sadece siyasal ve dinsel sebepler ile anlatmaya kalkarsanız haksızlık etmiş olursunuz. Futbolseverler onların duygusal kimliklerini kanseri yenen oyuncuları Stiliyan Petrov’a verdikleri destekte de görmüşlerdi. Bu köklü takımın hayranlarının ülke sınırlarını aşması ve sıradan futbolseverlerin yanında dünya futbolunun önemli isimlerini de kapsamasının nedenlerinden biri de hiç kuşku yok ki bu tutkulu taraftar kitlesi.
Rangers FC
1872 yılında kurulan şehrin bir diğer ve daha eski futbol takımı Rangers maçlarını 50.000 kişilik Ibrox Stadyumunda oynamakta. Kraliçe ve Protestanlık ile bağdaşlaşan kulüp uzun yıllar kadrosuna Katolik oyuncular katmamaya özen göstermiştir. Ezeli rakibi Celtic Katolik kimliğine rağmen kadrosunda azımsanmayacak sayıda Protestan oyuncuya da yer vermiştir. Dünya genelinde Celtic kadar sempati kazanamamasının nedeni bu muhafazakâr tutumu olarak gösterilse bile Rangerslılar bu fikre katılmıyor. Bu geleneğin takımın ve onların değişmemesi gereken bir parçası olduğuna inanıyorlar. Bu gelenek o kadar önemli ki onlar için, bizimde yakından tanıdığımız teknik direktör Graeme Souness bir Katolik olduğu iddia edilen Maurice Johnston’u takıma transfer ettiğinde taraftarların sert eleştirilerine maruz kalmıştı. Rangerslı fanatiklerden korkan Johnston Glasgow yerine Edinburgh’da bir ev tutmaya karar vermiş ;fakat burada da kendisine Celticli taraftarlar rahat vermemiş ve evine molotof atarak Johnston’u özel koruma tutmak zorunda bırakmışlardır. Takımda kaldığı süre boyunca Johnston taraftarın beğenisi kazanmak için futbol oynamakla kalmamış, Protestan şarkılarını onlar önünde söylemiş ve Celtic amblemine tükürmüş. Yine de bir sene sonra takımdan ayrılmak zorunda kalmış. Onu benimseme noktasının yanına dahi yaklaşamayan taraftarlar onun oynadığı maçlarda takımı tribünlere ‘’Kraliçenin 10’u’’ adıyla çağırarak onu yok saymışlar. Rangerslı bir taraftar William English Sİmon Kuper’e verdiği röportajda "Eğer bir maç 1-0 ve Johnston gol atmışsa bizim için o maça 0-0’dır" diyerek bu tartışmalara noktayı koymuş sanırım. Eski milli futbolcumuz Tugay Kerimoğlu’nun Rangers’da forma giymesi bu kültür ile ilgili kafalarda soru işareti yaratabilir. Bu durum bir çelişki gibi gözükse de aslında Johnston takımın transfer ettiği Protestan olmayan ilk futbolcu değil, Rangers taraftarları için Britanya da doğan büyüyen birinin Protestan olmaması ve kraliçeye aidiyet hissetmemesi bir sorun oluşturuyor. Taraftarların takıma bağlılıkları bu gelenek ile de sınırlı kalmıyor. Bir dönem Rangerslılar ölen taraftarların küllerini Ibrox Stadyumunun çimlerine dökmeyi gelenek haline getirmişler. Bu durumun saha zemininde olumsuzluğa yol açmaya başladığı için günümüzde kulüp artık bu eski alışkanlığa izin vermiyor.2012 yılında vergi borçları nedeniyle kayyuma devredilen ve iflasını açıklayan ardından federasyon tarafından küme düşürülen Rangers bu depreme rağmen taraftar kitlesinden bir şey kaybetmiş değil. Dördüncü ligde East Stirling’e karşı oynadıkları müsabakayı 49.118 kişi izledi. Kulüp bu seviyede oynanan maçlardaki seyirci rekorunu halen elinde bulunduruyor. Bugünlerde takım eski günlerine dönme mücadelesini veriyor. Biz futbolseverler içinde birbirini tamamlayan bu iki takımın bir an önce yeniden buluşması heyecan verici bir maceranın devamı niteliğinde olacaktır.
Rangers-Celtic, Old Firm
Dünyada mezhep çatışmasının, siyasal kutuplaşmanın en keskin görüldüğü rekabetlerden biri olan Celtic-Rangers derbisi Old Firm olarak adlandırılıyor. Mezhep çatışması bu rekabete o kadar ağırlığını koymuş ki İskoçya’da aynı ailede bu iki takımın taraftarını görmek neredeyse imkansız. Bugün hala Glasgow’da yaşayan bir Protestan’a dinini sorarsanız Rangers dini cevabını alabilirsiniz. Bir tarafta krallığa sadık Protestan Rangers bir tarafta krallık karşısı Katolik Celtic. Protestan ve Katolik ayrımında olduğu gibi bu rekabetin taraflarının dinsel inanışlarının sosyo-ekonomik bir ayrımda içerdiğine inanılıyor. Zengin Protestanlar fakir Katoliklere karşı. Alman sosyolog Max Weber’in Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu çalışmasında bahsettiği iyi Hristiyan borçsuz olandır fikri temeline dayanan Protestanların Katoliklere göre daha zengin olması görüşünün bu rekabetteki taraftarlar için geçerli olduğu varsayılsa bile kulüplere pek etki etmemiş gözüküyor. Mali anlamda tarih boyunca genellikle daha zengin olan Celtic olurken Protestan Rangers geçtiğimiz yıllarda vergi borçları nedeniyle küme düşürülen ve iflasını açıklayan taraf oldu. Sportif anlamda bu rekabete bakarsak Alex Ferguson’un Aberdeen macerası ve 1979-1985 yılları arasında kazandığı şampiyonluklar dışında İskoçya için futbolu yalnızca bu iki takımın mücadelesi ile sınırlandırmak yanlış olmaz. İlk kez 1890 yılında Celtic’in 1-0 kazandığı maçta karşı karşıya gelen taraflar bu tarihten itibaren yalnızca sportif değil her anlamda büyük bir mücadeleye girdiler. Aralarında ki maçlarda yalnızca futbolun konuşulmuyor; şiddet olaylarının sık sık görülmesi iki taraf için birbirlerini alt etmenin önemini vurguluyor.
Sambacı
29.07.19
Comments