Tarihin en “underrated” yani hak ettiği değeri göremeyen savunma oyuncularını sorduğumuzda çoğunluğun aklına ilk 10’da gelecek bir isimdi Alessandro Costacurta. AC Milan’ın üç farklı görkemli çağını görmesi ve bu çağların hepsinde de ikonik savunma oyuncularının onun önüne geçmiş olması bu durumun muhtemel sebebiydi. Franco Baresi, Paolo Maldini ve Alessandro Nesta’nın forma giydiği dönemlerin hepsinde o vardı ama ne yazık ki bu isimlerin gölgesinde kalarak yazımıza konuk oldu.
Bu durumun yaşanmasında kariyerinin 20 yılını aralıksız Milano ekibinde geçirmesi ve 40’lı yaşlarına kadar futbol oynaması da büyük etken oldu. Belki başka maceralara yelken açsaydı çok farklı şekillerde anılabilirdi. Çok rahat bir şekilde Premier Lig’e damga vuran bir İtalyan savunmacı olabilirdi örneğin. Bunun yerine anlatılan Baresi destanlarında satır arasında, devasa Maldini romanlarında bir paragrafta ve sonradan Milan’a gelen Nesta’nın hikâyelerinde bile kısa bir cümle olarak yer aldı.
1980’ler 1990’lar ve 2000’li yıllarda aktif top koşturmak her futbolcunun erişebileceği bir başarı değildi. 41 yaşına kadar sırtına geçirdiği Rossoneri formasıyla 23 kupa kazanıp kulüp tarihine geçti ancak ismi her zaman “Il Capitanos”un altında kaldı. Kazanılan kupalar ve başarılarda onun da var olduğu biliniyordu ancak o akranları ve önceki Milan efsaneleri gibi tekil övgüler almadı. Aslında bana kalırsa bunun ötesine geçti. Takımıyla ya da bir diğer deyişle ekibiyle çok daha anlamlı şeyler başardı. Son yıllarda izlediğimiz AC Milan kadroları, o jenerasyonların değerini daha da çarpıcı bir şekilde bizlere gösterdi.
Aylardan Mayıs ve yıllardan 2007 olduğunda 41 yaşındaydı. Son kez San Siro’ya adım attığında duygusallık tüm stadı etkisi altına aldı. Herkes dakikalar önce Udinese'ye 3-2 mağlup olduklarını unutmuştu. Akıllarında kalan tek şey, Costacurta’nın sol köşeye attığı penaltı golüyle kariyerini klas bir şekilde bitirişiydi. Milan kariyeri boyunca attığı 3 golden biriydi bu gol. Aynı zamanda Serie A tarihinin en yaşlı golcüsü olmuştu. Bu ona layık bir son oldu.
Bitiş düdüğünün ardından tüm oyuncular sahaya Costacurta'yla en çok özdeşleşen 5 numaralı formayla girdi. Takım arkadaşlarının ve taraftarların sevinç gösterileri arasında son kez San Siro çimlerini turladı. Maç sonu sarf ettiği şu son sözler adeta kariyerini özetliyordu:
Kariyerim boyunca birçok farklı seçenek karşıma çıktı ama önceliğim her zaman Milan'da kalmaktı. Burası büyük bir aile.
Kim Bu “Billy” Costacurta
Milano’nun kuzeybatısında küçücük bir kasabada dünyaya gelen Alessandro, henüz 13 yaşındayken Milan akademisinde futbol oynamaya başladı. 1985'te ilk profesyonel sözleşmesini imzalayana kadar kulübün genç takımlarında mücadele etti. O yaşlarda savunma oyuncusu olmayı kabullenmiş ve kariyerini bu yönde inşa etmeye karar vermişti. Ancak Milan gibi savunma oyuncularıyla özdeşleşmiş bir takımın as kadrosu bu anlamda son derecede rekabetçiydi.
Costacurta, küçük yaşlardan beri bir takım oyuncusuydu. Takım içinde sevilen ve takım kimyasına katkısı yüksek bir karaktere sahipti. Bir diğer tutkusu da ilginç ama basketboldu. Milan genç takımındayken başlayan bu tutkusu takım içinde de gündeme geldi. Munzur takım arkadaşları onun bu basketbol sevgisine karşılık onu “Billy” diye çağırmaya başladılar. Çünkü Milano’nun basketbol takımı Olimpia Milano'nun formasının üzerinde sponsorları meyve suyu şirketinin maskotu "Billy" yazılıydı.
Gençlik yıllarında özellikle ince bir fiziği vardı ve bu onun son derece hareketli bir oyun tarzına sahip olmasını sağladı. Kayda değer top kapma yeteneği ve topu dağıtma becerisi birleştiğinde defans dörtlüsündeki tüm pozisyonlar için ideal bir aday oldu. Genç Alessandro, kesinlikle yetenekliydi ancak dönemin teknik direktörü “Baron” lakaplı Nils Liedholm as takımdaki savunma rekabetini kaldırıp kaldıramayacağından şüphe duydu. Bu sebeple sadece İtalya Kupası’nda bir maça çıkarak Milan kariyerindeki ilk ve tek molasını Serie C ekibi Monza’ya bir yıllığına kiralanmasıyla verdi. Burada oynadığı 30 maçla birlikte ne kadar istikrarlı olabileceğini gösterdi. Sonraki sezon Liedholm yerine gelen yeni teknik direktör Arrigo Sacchi’nin de gözüne girecekti genç adam.
İlk birkaç sezon kulübeden rotasyona katılsa da yavaş yavaş as takıma monte olmaya başladı. Üç kulvarda birden mücadele eden Milan’ın giderek kemik kadrosuna yerleşti. Gerisi ise tarihe geçen bir futbol bir kariyerdi. Toplam 12 kupa kazanılan 8 muhteşem sezonun her birinde en az 35 maçta forma şansı buldu.
Sacchi’nin Beşlisi
Dönemin takım kaptanı ve tarihin en iyi süpürücü liberolarından olan Franco Baresi’yle 331 maç, kendi gibi yardımcı rolde olan Mauro Tassotti’yle 247 maç ve takımın en simge ismi Paolo Maldini ile de 550 maçta omuz omuza savunma yaptı. 1980’ler ve 1990’larda Avrupa’yı domine eden takımın başrollerinde ön plana hep Baresi ve Maldini çıkarılsa da o her başarının arka planında kesinlikle vardı. Ardı ardına kazanılan iki Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu ve diğer başarılar, Sacchi’nin kurduğu ve Costacurta’nın da yer aldığı Milan savunmasını tarihin en iyilerinden olarak anılmasını sağladı.
Costacurta, Maldini, Baresi, Tassotti ve kaleci Giovanni Galli medya tarafından “Sacchi'nin Beşlisi” olarak adlandırıldı. Sacchi'nin antrenman seanslarında 10 oyuncudan oluşan bir hücum takımını, bu 5 kişilik savunmaya karşı koyarak 15 dakika içinde gol atmakla görevlendiriyordu. Hücum oyuncuları topu kaybederse, kendi yarı sahalarından hücum organizasyonuna yeniden başlamak zorunda kalıyorlardı. Berlusconi’nin başkanlığa geldikten sonra getirdiği Van Basten, Frank Rijkaard ve Ruud Gullit üçlüsünün yanı sıra Carlo Ancelotti ve Roberto Donadoni gibi efsane oyuncuları içeren bu hücum takımı, iyi organize edilmiş bir savunmayı hızlı ve en verimli şekilde alt etmek için çabalıyordu. Öte yandan defans beşlisi ise o zamanların belki de en büyük hücum gücüyle sayı dezavantajına rağmen baş etmeye çalışıyordu. Bu rivayetlerin ardı arkası kesilmese de kesinlikle kaliteli takım arkadaşlarıyla antrenman yapmak savunmayı bir kademe daha ileri taşıdı.
Capello Dönemi
1990-1991 sezonunda işler istenildiği gibi gitmeyince Arrigo Sacchi'nin yerine Fabio Capello teknik direktörlüğe geldi. Capello yönetiminde de değişmeyen defans hattı kaldığı yerden devam etti. 1992-1993 sezonunda yeniden Şampiyonlar Ligi Finali’ne ulaştılar. Ancak Milanlı futbolseverler tarafından unutulmaz bir üzüntü olarak hatırlanan Marsilya mağlubiyetiyle sarsıldılar. Takım tecrübesiyle hemen ayağa kalktı ve 1994'te tekrar finale çıktılar. Bu sefer rakipleri, Johan Cruyff tarafından “Total Futbol” ile yönetilen ünlü Barcelona takımıydı. 4-0’lık net bir skorla total futbolu yerle bir etmeleri sonucunda tekrar tarihin kazanan tarafındaydılar. Alessandro Costacurta bu başarıların hepsinde sahadaydı. Göze batmadan ve doğru bir şekilde tüm dünyaya savunma dersi veriyordu takım arkadaşlarıyla.
Başlarda Maldini sol bek olarak görev yapıyordu ve Alessandro Costacurta defansın merkezinde kaptan Baresi’nin partneriydi. Mauro Tassotti ise sağ bek olarak oynuyordu. Bu ekip gerçek anlamda bir duvardı. Günümüzde çok iyi savunma oyuncuları ve gelişen savunma taktikleri görsek de halen yanına yaklaşılamamış pek çok göz kamaştırıcı istatistiğe sahipler. 1991-1993 yılları arasında Milano ekibi Serie A’da 58 maç boyunca yenilgi yüzü görmedi. Üçleme yapılan 1992/93 sezonunda tüm kulvarlarda sadece 21 gol yediler. Bu kendi içinde olağanüstü bir istatistik gibi görülse de bu istatistiğe en yakın rekorlar yine aynı ekibe aitti. 1987/88'de toplamda sadece 22 gol yediler. 1993/94'te ise 6 farklı turnuvada mücadele edip sadece 25 gol yediler.
Son Tarantella
Çok geçmeden güzel şeylerin erken bitmek gibi bir huyu olduğu yine yüzümüze çarpıldı. Özellikle 1996’dan sonra sıkıntılar baş göstermeye başladı. Kupasız geçen iki yıl ve 1998’de Capello’nun ayrılışıyla Carlo Ancelotti’nin başa geçişine kadar olan süreçte ekip ne yazık ki dağıldı. Baresi ve Tassotti 37 yaşında emekli olurken geride kalan Maldini ve Costacurta ise Ancelotti göreve geldiğinde onların emekli olduğu yaşa oldukça yakındı. Ancelotti’nin Lazio’nun genç yıldızı Alessandro Nesta hamlesi Costacurta için bir dönüm noktasıydı. Kaptan Maldini’nin yeri garanti olsa da 2002’de sözleşmesi bitecek 36 yaşındaki ikinci kaptan Costacurta için artık karar anıydı.
Benden bu kadar dese bile tarihe geçecekken takımın yaşadığı defans oyuncusu eksikliği sebebiyle devam etme kararı aldı ve 2003’te Cafu kadroya dahil olana kadar sağ bek görevini üstlenerek kendisinin dördüncü Milan’ın altıncı Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunda yer aldı. İlerleyen sezonlarda tecrübesiyle defanstaki tüm mevkilerin neredeyse 1 numaralı rotasyon oyuncusuydu. “İstanbul Mucizesi”nin yaşandığı 2005 Şampiyonlar Ligi Finali’ni kulübeden izledi. Takıma artık sahadaki katkısından çok tecrübe olarak destek verse de 40 yaşında bile kadronun önemli bir parçasıydı. 2007 Şampiyonlar Ligi Finali’nde Liverpool’dan intikam almalarıyla kariyerinin son büyük başarısına ulaştı.
Azzurri ile 1990’lar
İtalya Milli Takımı kariyeri, Milan’da geçirdiği yıllar kadar uzun olmasa da yine de etkileyiciydi. Genç yaşlarda 8 kez U21 formasını giyerek iki kez Avrupa Gençler Şampiyonası’nda mücadele etti. Kasım 1991'de Azzurri ile ilk maçına çıktıktan sonra 7 sene içerisinde toplam 59 kez milli formayı giydi. 1990’ların büyük bir bölümünde İtalya savunmasının önemli bir parçasıydı. 1994 Dünya Kupası’nda Roberto Baggio’nu ayağından gelen ağır kaybı yaşayan kadroda da kendine yer bulmuştu. 1998 Dünya Kupası Çeyrek Finali’nde Fransa’ya karşı kaybettikleri maç ise son milli maçı oldu. O tarihten sonra 9 yıl daha futbol oynasa da ilerleyen yaşı ve Materazzi, Cannavaro, Nesta gibi gençlerin gelmesiyle yerini yeni jenerasyona bıraktı.
Mirası ve Sonrası
Yine de Alessandro Costacurta, şüphesiz Milan ve İtalya tarihinin en büyük savunmacılarından biriydi. 20 yıl boyunca sadık kaldığı Bianconeri’nin tarihindeki en büyük başarıları kazanmasına yardımcı oldu. Tutarlılığı ve yüksek standartları her koşulda sürdürmesi sayesinde yıllarca en üst seviyelerde başarılar kazandı. İlk akla gelen İtalyan savunma oyuncusu olmayabilir ancak kesinlikle daha azını da hak etmiyor. Herhangi bir Milan taraftarına sorulduğunda onlar da muhtemelen aynı fikirde olacaklardır. Milan mirası ondan onun mirası da Milan’dan hiç silinmeyecek.
Tarihin en efsanevi savunmacıları ile oynarken ihtiyaç olduğunda sanki yılların sağ beki ya da sol beki gibi hiç sıkıntı çekmeden defansın her yerinde oynayabildiğini yıllarca gösterdi. Bunun da ötesinde 40 yaşında bile Şampiyonlar Ligi’nde oynamış olması hayran olunacak bir başarıydı. Maldini’nin yıllarca yüksek yaşlarda üst düzey seviyede oynaması övülürken Costacurta'nın da ondan aşağı kalır yanı yoktu. Alessandro “Billy” Costacurta, Maldini ve Baresi’nin ardından oynadığı 663 maçla Milan tarihinin en çok forma giyen 3. oyuncusuydu. Modern futbol zamanlarının en çok Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu kazanan oyuncusudur Maldini ve Cristiano Ronaldo ile birlikte.
Futbolu bıraktıktan sonra eski takım arkadaşı ve teknik direktörü Ancelotti’nin yardımcısı olarak Milan’da kalmaya devam etti. Antrenörlük kurslarını tamamlayarak daha ileri gitmek ve bağımsız bir koç olmak istediğini açıkladığında herkes çok umutluydu ancak işler istediği gibi gitmedi. Milano’ya yakın olmak istemesi sebebiyle Serie B ekibi Mantova’nın teklifini kabul ederek orada göreve başladı. Ancak Costacurta, sahadaki büyüklüğünü saha kenarında gösteremedi. Kısa süre sonra görevden alındı ve bir daha da teknik direktörlük macerasına atılmadı. Günümüzde onu bir yorumcu olarak televizyonda veya bir köşe yazarı olarak İtalyan gazetelerinde halen görmek mümkün. Eskisi gibi yine gölgelerin içinde belki ama mirası yıllar geçtikçe ve futbol değiştikçe daha da parlıyor biz futbolseverlerin gözünde.
Sambacı
Comments