top of page
Yazarın fotoğrafıSambacı

Gölgedekiler #5 - Altın'ın Gölgesindeki Yılan Djorkaeff

Dünya Kupası’nın heyecanı yavaş yavaş yükselirken bazı takımların iz bırakarak elendiklerini gördük. Bunlardan ilki de açılış maçında ev sahibini yenen ve ardından aldığı Hollanda beraberliğe ile gruptan çıkma şansı oldukça yükselen Ekvador oldu. Ancak Senegal’e kaybederek turnuvaya erken veda etmek zorunda kaldılar. Turnuvada Ekvador'un yıldızları Enner Valencia, Angelo Preciado ve Pervis Estupinan gibi isimler olsa da yedek kulübesinde çok farklı bir hikâye yatıyordu. Gelin birlikte bu hikâyenin başına gidelim ve nasıl Fransa’nın Altın Jenerasyon’uyla alakası olduğunu hep birlikte görelim.


Djorkaeff Neicer Reasco Gonzalez ya da kısaca Djorkaeff Reasco, Arjantin'in Newell's Old Boys takımında gösterdiği performansla ülkesi Ekvador'un 26 kişilik Dünya Kupası kadrosuna adını yazdırmayı başardı. Grubun son Senegal maçında da 64. dakikada oyuna girmesiyle 20 yıl sonra Djorkaeff ismi Dünya Kupası sahnesine tekrar çıkmış oldu. Şimdiye kadar anlamış olacağınız üzere ismini Fransa’nın altın jenerasyonuna mensup ancak gölgedeki isimlerinden olan Youri Djorkaeff'ten aldı. Babası da kendisi gibi futbolcuydu ve ne tesadüf ki Youri Djorkaeff’le aynı dönemlerde oynadı. Kariyeri boyunca Güney Amerika kıtasının dışına çıkmayan baba Neicer Reasco büyük bir Fransız futbolu hayranıydı. Bu nedenle de oğlunun adının Fransa futbolunun o dönem çıkardığı en önemli yeteneklerden birinin adını koydu.



Kimilerine göre döneminin en underrated oyuncularından biri olan Djorkaeff'in talihsizliği Zinedine Zidane ile aynı dönemde oynamış olmasıydı. Bu küçük anekdot aracılığıyla da uzun süredir planladığım “Gölgedekiler” serisinin yeni yazısını sizlerle paylaşıyorum.


Milli takımlar tarihinde pek çok altın jenerasyon gelmiş geçmiş olsa da bazıları futbolseverler için öyle güzel tatlar bırakmıştır ki yıllar geçse de her büyük turnuva sırasında tekrar hatırlanırlar. Bu altın jenerasyonlar genelde bir büyük yıldızın çevresinde ortalamanın oldukça üzerindeki yan parçalar barındırmıştır. Ya vadettikleri potansiyel ya da kazandıkları büyük başarılardan sonra bu şekilde anılmışlardır. Muhteşem Macarlar, Pele’nin Brezilya’sı, Total Futbol Hollanda’sı ve tiki-taka İspanya’sı bir çırpıda akla gelenlerdir. Arada hayal kırıklığı yaratan 2000'ler başı İngiltere’si ve günümüzde 30’lu yaşlarını arşınlayan Belçika da bu tarz yakıştırmalara konu olmuştur.



1998 ile başlayıp 2006'ya kadar devam eden Fransa’nın altın jenerasyonu ise yeteneklerini başarıyla taçlandıran güzel örneklerdendir. Bahsettiğimiz büyük yıldız koltuğu için burada Zinedine Zidane ve Thierry Henry gibi iki tane önemli aday olsa da herhâlde Zizou'nun esas oğlan olduğunu söylememize çok fazla kişi itiraz etmeyecektir. Bu iki büyük yıldızın yanı sıra Lilian Thuram, Robert Pires, Laurent Blanc, Didier Deschamps, Robert Pires, Patrick Viera gibi dünya yıldızları da bu jenerasyonun önemli parçalarıydı. Bu isimlerin görkemli gölgesinde kalan Youri Djorkaeff ise pek çok önemli anda sahneye çıksa da gerekli krediyi almayı belki de ancak yıllar sonra başardı.


Hem Arsenal hem de Fransa formasını uzun yıllar taşıyan Robert Pires de onun zamanında çok hafife alınan bir futbolcu olduğunu yıllar sonra şu sözlerle dile getirdi.


“Fransa'yı kaç kez önemli gollerle kurtardı! Şahsen, onunla antrenman yapmaktan çok şey öğrendim. Youri Djorkaeff'in sorunu, biraz Zidane'ın gölgesinde kalması. Ama dürüst olmak gerekirse, o harika bir oyuncuydu."

Neredeyse tüm ailesi futbolcu olan Youri, 8 yaşındayken ailecek Paris’ten Lyon’a taşınmalarıyla futbola başladı. Kendisinden 3 yaş büyük abisine özenerek yeşil sahalara ilk adımını attı. Babaları Jean Djorkaeff’de kendi döneminin önemli Fransız futbolcularındandı. 1966 Dünya Kupası’na giden milli takımın parçası olan baba Jean; Lyon, Marsilya ve PSG gibi önemli takımlarda oynamış bir savunma oyuncusuydu. Djorkaeff babasının futbolculuk zamanlarını hayal meyal hatırlayacak yaşta olduğu için idolü hep abisi oldu. Ancak bu durum da oldukça kısa sürdü çünkü Youri gerçekten saf bir yeteneğe sahipti ve 8 yaşındayken abisiyle aynı takımda 11 yaşındakilerle oynatılmaya başlandı. Başlarda eğlence için başladığı futbol zaman ilerledikçe daha ciddi bir hal aldı çünkü yeteneğine izleyen herkes hayran kalıyordu. Bu sayede profesyonel futbol kariyeri, 15 yaşında ikinci lig temsilcisi Grenoble’ye gitmesiyle başladı.


Basamakları hızlı çıkmasında babasıyla sıkça karşılaştırılmasının payı olduğunu birkaç kez dile getirdi. Eski bir milli futbolcu hatta kaptanın oğlu olarak onunla kıyaslandığı için kendine has bir yeteneğini olduğunu göstermek için hep daha çok çabaladı. Çocukluk döneminde izleyip hayran kaldığı bir diğer idolü de Johan Cruyff olduğu için ondan oldukça ilham alarak önemli bir ofansif güç haline geldi. İkinci ligde sertliği öğrendiğini söyleyen Djorkaeff, Strasbourg ve Monaco derken bir andan kendini 1994’te Ligue 1’in gol kralı olarak buldu.



Youri Djorkaeff'in en büyük hayat şanslarından biri Fransa altliglerinde gelme olan Arsene Wenger’in dikkatini çekmesi ve Monaco’ya onun aracılığıyla gelmesi oldu. Burada hem Wenger’in doğrularına göre bir sporcu olmayı öğrenecek hem de tabir yerindeyse kendisinin en iyi versiyonunu bulacaktı.



"Onu gol atması ve oyun vizyonunu göstermesi için satın aldım"

Djorkaeff ve Wenger, Monaco'yu Şampiyonlar Ligi yarı finaline taşıyacak ve Coupe de France'ı alacaktı, ancak bu süreç hiç de kolay değildi ve bir değişim gerektiriyordu. Djorkaeff’in bir diğer şansı takım arkadaşı Jurgen Klinsmann, Wenger’in Youri'nin gerçek bir profesyonel sporcusu olması için ne kadar çaba gösterdiğine ilk elden şahit olanlardan.


“Arsene'nin mesajını nasıl aldığını gözlerimle izledim ve gördüm. Haftalar ve haftalar sürdü, ama o sınırı aştığında, artık onun için geriye bakmak yoktu.”

Kariyerinin zirvesini ise PSG formasıyla geçirdiği iki senede yaşadı. Özellikle son sezonunda hem Trophée des Champions hem de UEFA Kupa Galipleri Kupası galibi olmasıyla bu sefer de Serie A’nın yolunu tuttu ve Inter’e imza attı.



Djorkaeff, Monaco'da geçirdiği başarılı süre zarfında milli takımın da radarına girmişti. Geç sayılabilecek bir yaş olan 25 yaşında, milli formayla olan birlikteliğinin başlangıcını yaptı. Milli takımın as kadrosu yıldızlar geçidi ve yedek kulübesi de bir o kadar potansiyelli ve rekabetçi çok iddialı bir takımdı. Savunma hattında Marcel Desailly, Laurent Blanc ve Bixente Lizarazu, orta sahada Didier Deschamps, genç Emmanuel Petit; hücum hattında ise Eric Cantona, David Ginola ve Jean Pierre Papin vardı.


Bu üst düzey yıldızlara sahip kadroya rağmen üst üste iki Dünya Kupası kaçıran ve Avrupa Şampiyonası’nda da gruptan çıkamayan Fransa için çanlar çalmaya başladı. Bardağı taşıran nokta, 1994 Dünya Kupası elemelerinin skandal son iki maçtan biri olan İsrail maçı da ne tesadüf ki Youri Djorkaeff’in ilk milli maçıydı. İsrail’in 10 dakikada 2-1 gerideyken öne geçmesini sağlayan geri dönüş ve ardından Bulgaristan’a kaybedilen maçla Fransa turnuvanın dışında kaldı. Jean Pierre Papin, David Ginola ve Eric Cantona’lı takım artık rafa kalkıyor ve yeni gençlerin Zinedine Zidane önderliğindeki dönemi başlıyordu.


Dediğimiz gibi bir devrin bitişinde başlayan macera bambaşka bir dönemin habercisi olacaktı. 1996’da futbolun beşiği İngiltere’de oynanacak Avrupa Şampiyonası için başlayan tüm süreçte Youri Djorkaeff, toplam 17 kez milli formayı giymeyi başardı. Özellikle elemelerde kaydettiği 5 gol ve 3 asistle o turnuvada olmayı hak ettiğini herkese göstermeyi başardı. Travmalarından ve yüksek egolu yıldızlarından bir anda genç cevherlerle çevrili bir hüviyete dönen Fransa için altın dönemler başlayacaktı. Takımın tecrübeli isimleri Laurent Blanc ve Didier Deschamps zirve dönemlerine gelmiş, Marcel Desailly ve Bixente Lizarazu’ya bir de çok yönlü Lilian Thuram eklenmişti. Ama takımdaki en büyük değişiklik Fransa Ligi’nde patlamasını yapan ve tüm futbol devlerinin gözünün çevrildiği 23 yaşındaki Zinedine Zidane’dı. Djorkaeff, Zidane’dan 5 yaş büyüktü ve neredeyse aynı mevkilerde aynı işleri yapan futbolculardı. Veteranları takımda kesip değişimi başlatan Aime Jacquet için zorlu bir tercih daha kapıdaydı.



Jacquet, bu ikiliyi birlikte forvet arkasında birlikte kullanmaya karar verdi nitekim de önemli bir başarı sağlayarak yarı finale kadar çıktılar. İzlenen futbol çok etkileyici ve görkemli olmasa da bu aslında iki yıl içinde eklenecek yeni genç yıldızlarla oluşacak 24 ayar altın jenerasyonun habercisiydi. Youri Djorkaeff’in Elland Road’da İspanya’ya karşı attığı gol de onun ilk büyük turnuva golü olmuştu. Grup etabının son maçında tam anlamıyla intikam maçı olan Bulgaristan maçında da galip gelerek rakiplerini turnuva dışında bıraktılar. Böylelikle üç sene öncenin rövanşı alınmış oldu. Djoarkaeff de bu maçta yaptığı iki asistle takımın yıldızı olmayı başardı.


Hem kulüp kariyerinde hem de milli takım kariyerinde hep önemli anlarda sahneye çıkıp şaşırılacak goller atmayı ve asistler yapmayı başardı. PSG ile Kupa Galipleri Kupası finaline yürüdükleri Deportivo La Coruna yarı finalinde deplasmanda üstünlüğü ele geçirdikleri ceza sahası dışından gelen gol, 1998 Dünya Kupası finalinde kornerden Zidane’a yaptığı asist, Inter formasıyla Roma ağlarına yolladığı inanılmaz vole ve EURO 2000 yarı finalinde İspanya’ya karşı takımını öne geçiren yakın köşeye gönderdiği füze bunlardan sadece bazılarıydı.



Gittiği her kulüpte efsane olarak anılmasını sağlayacak bir yıldız ışığına sahipti. Hiçbir zaman o en üst seviyedeki yıldızlarla aynı hizaya gelemese de ışığı en az onlarınki kadar parlaktı. Inter yıllarında belki de en güzel gollerini attı. Taraftarın takıma bağlılığı kesinlikle ona da ilham vermişti ve o da bunu sahada gösteriyordu. İlk sene UEFA Kupası Finali'nde kaybetseler de ertesi sezon fenomen Ronaldo’nun da takıma katılmasıyla bu sefer kupayı müzelerine götürdüler. Djorkaeff’in yadsınamayacak katkısı olsa da gölgeler yavaş yavaş üzerine doğru kapanmaya başlıyordu. Roberto Baggio’nun gelişiyle de burada miadını doldurduğunu anlayıp üçüncü büyük lig serüveni olarak Bundesliga ekibi Kaiserslautern’in yolunu tuttu.



Bu esnada hikâyenin gerçek perdesi açılmış ve EURO 1996 sonrası doğru yola giren Fransa’nın altın jenerasyonu önce 1998 Dünya Kupası’nı ardından da Euro 2000’i müzesine götürmüştü. Çok geçmeden bir yıl sonra da Konfederasyon Kupası kazanıldı. Bu süreçte Zidane figürünün yanı sıra Thierry Henry, David Trezeguet ve Patrick Viera gibi oyuncular da düzenli forma giyen starlar haline geldiği için Youri’nin bu süreçte popülerliği oldukça azaldı ancak kazanılan bu üç kupa süresince oynadığı dakikalarda attığı 4 gol ve yaptığı 4 asistle en verimli oyunculardan biri olduğu gerçeği hiç değişmeyecekti.



Kulüp kariyerinde de hep bir şekilde göz önündeydi ve Kaiserslautern’le iki sene üst üste UEFA Kupası’nda mücadele etti. 2001 yılında yarı finale kadar yükselen takımda zaman zaman verdiği katkılarla iz bırakıp Premier Lig’in yolunu tuttu. Dördüncü büyük lig macerasına Bolton Wanderers formasıyla başladı. Düzenli olarak oynadığı Bolton’da da görece daha büyük bir star olduğu için taraftarın sevgilisi oldu. Burada formunu kanıtladığı için bir kez daha 2002’de Japonya’da düzenlenen Dünya Kupası’na takımın tecrübeli isimlerinden biri olarak çağrıldı. Herkes altın jenerasyonun hala çok iyi olduğunu düşünse de turnuvanın ilk maçında ironik bir şekilde Senegal’e 1-0 kaybetmeleri bir devrin daha sonunun habercisiydi.



Milli formayla son kez bu turnuvada sahaya çıktı ve hüsranla başlayan Fransa milli takım kariyeri yine başka bir hüsranla bitti. Bu süreçte geçen yıllarda belki de uzun yıllar unutulmayacak başarılar kazanıp sadece kendi ülkelerinin değil tüm dünya futbol tarihine geçtiler. Djorkaeff de Zidane’in gölgesinde ama bir o kadar iyi oynayarak kariyerine devam etti. Bolton macerasında özellikle Jay Jay Okocha’yla önemli bir iz bıraktılar. Arada kısa bir Blackburn Rovers dönemi olduktan sonra tarihi bir olaya imza atarak MLS’te forma giyen ilk Fransız futbolcu olarak eski adıyla MetroStars 2006’dan itibaren de yenilenen haliyle New York Red Bulls forması giydi. MLS’e giden uluslararası yıldızlardan belki de ilkiydi. Onu David Beckham, vatandaşı Thierry Henry gibi süperstarlar takip etti. Burada geçirdiği iki sezonun ilkinde takımın MVP’si olarak futbolunun son yıllarında yine güzel izler bıraktı.



Hayatına dokunan önemli futbol adamlarından Wenger’in ona taktığı “Yılan” lakabı belki de oyun tarzını özetleyen bir yansımasıydı. Forvet arkasında ya da ofansif orta saha rollerinde oynarken her zaman farklı bir golcülük içgüdüsüne sahipti. Nerede ne an topla buluşacağı ve topu nereye göndereceği kestirilmez olduğu için bu lakabı almıştı. Özellikle Inter forması ile yaptıkları bu öngörülemezliği tesciller nitelikteydi. Düşünüldüğünde, Youri Djorkaeff'in sahneyi paylaştığı Fenomen Ronaldo, Zinedine Zidane, Thierry Henry gibi kişilerle aynı övgüleri almaması biraz şaşırtıcı olsa da olayın tam da doğasındaydı. Öte yandan, bu sahneyi paylaşırken hep istekli ve istikrarlı olmasına rağmen mütevazılığının ağır basması bu kupalarla dolu serüvende genellikle unutulmasına sebep olmuş olabilir. Öyle ya da böyle Youri Djorkaeff gölgesinde kaldığı Zinedine Zidena ile aynı yolun yolcusuydu. İki göçmen çocuğunun Fransa futbol tarihi için yaptıkları eşi benzeri bulunmazdı.


Youri de bu seride anılmayı hak edecek nevi şahsına münhasır, iz bırakmış bir futbolcuydu.




Sambacı



Comments


bottom of page