Pek çoğumuz Gallerli teknik adam Steve Cooper’ı geçtiğimiz günlerde Nottingham Forest’in yıllar süren Premier Lig hasretini sona erdiren adam olarak tanıdık. Tabi ki de bu Cooper’ın ilk başarısı değildi. Bu fark yaratan adamın hikâyesini ve en önemli başarılarından birini gelin hep birlikte okuyalım.
Steve’in küçüklüğünden beri futbola olan ilgisi bir tesadüf değildi. Cardiff yakınlarında küçük bir kasabada dünyaya geldi. Babası, o doğduğunda daha henüz Premier Lig markalaşmasını yaşamamış İngiltere Ligi’nde yardımcı hakemlik yapıyordu. Baba Keith Cooper’ın hakemlikte yükselişiyle beraber Liverpool yakınlarındaki Galler şehri Wrexham’a taşındılar. Genç Steve, burada hayalinin peşinden koşmak için şehrin takımının seçmelerine girip kazansa da kader onu bambaşka bir yöne doğru çekecekti.
Keith Cooper üst düzey hakemlikte de başarıyı yakalayarak FIFA kokartı alacak kadar yükseldi. Önemli uluslararası turnuvalarda ve Avrupa maçlarında görev aldı. 1992 yılında adı Premier Lig olarak markalaşan bu en üst ligde de istikrarlı bir şekilde maçlar yönetti. Bu esnada daha altyapı yıllarında olan Steve ise Wrexham forması giyeceği günü iple çekiyordu.
Yaşı ilerleyip profesyonelliğe yaklaştığında ise seviye atlama konusunda bazı sorunlar yaşadı. 20 yaşına geldiğinde artık daha ileriye gidemeyeceğini kesin olarak fark etti ve o dönemki hocası Brian Flynn ile konuşarak futbolcu olarak olamasa da bir şekilde oyunun içinde kalmak istediğini söyledi. İşte bu şekilde Steve’in gerçek macerası başlamış oldu.

Henüz 27 yaşına geldiğinde en yüksek antrenörlük seviyesi olan UEFA Pro Lisansı’nı cebine koydu. İlk deneyimini Wrexham U12 takımıyla yaşadı. Azmi ve çalışkanlığıyla kısa sürede tüm gençlik biriminin başına geçti. Artık yeni tutkusu iyi bir antrenör olmak ve hatta geleceğin önemli bir teknik adamı olmayı kafaya koymuştu.
Antrenörlüğe onu teşvik eden en önemli isimlerden biri olan Flynn’in söylediğine göre;
“Gelişmeye hep devam etti. Wrexham'daki bu genç koç hakkında haberler hızlı yayıldı ve Liverpool onu hemen kaptı.”
Çocukluğundan beri Liverpool taraftarı olan Steve, bu sayede yeni hayallerine bir adım daha yaklaştı.
U12 takımından tüm Liverpool Akademisi’nin başına geçmesi sadece 3 senesini aldı. Bu süreçte Trent Alexander-Arnold ve Raheem Sterling gibi yıldızların çocukluklarından itibaren gelişimlerine büyük katkı sağladı. Kenny Dalglish, Brendon Rodgers gibi hocaların dönemlerine denk gelmesi ve Steven Gerrard gibi bir rol modelin etrafta olduğu takımın gençleriyle çalışması onu her geçen gün motive etti.

Kısa süre sonra İngiltere Futbol Federasyonu, gençlere bu kadar dokunabilen bu inanılmaz adama kayıtsız kalmadı ve onu bünyesine dahil etti. Önce U16 takımının başına getirildi. Ardından da tarihi başarı yakalayacağı U17 takımının başına geçti. İki senede bir düzenlenen ve futbolun geleceğine ışık tutan U17 Dünya Kupası’nda 2015 yılında büyük hüsrana uğrayarak grup aşamasında elenmiş takımın başındaydı artık. U17 takımları profesyonelliğe geçiş öncesi son adı olduğu için herkesin gözünün üzerinde olduğu bir departmandı. 2010 ve 2014’te U17 Avrupa Şampiyonası’nı kazanan jenerasyonlardan sonra takım pek de iyiye gitmiyordu. Steve Cooper’ın dokunuşu ise yavaş ama kararlı bir şekilde etkisini gösterecekti.
Sıradaki U17 Dünya Kupası, 2017 yılının Ekim ayında Hindistan’da düzenlenecekti ve Cooper’in hazırlanmak için önünde iki senesi vardı. İki senede önemli bir gelişme kaydeden İngiltere U17 takımı, Cooper’la adından söz ettirmeye turnuvadan önce başlamıştı.
2017 senesi geldiğinde ise turnuvadan yaklaşık 5 ay önce önemli bir prova olan U17 Avrupa Şampiyonası vardı. Başarılı gidişatını bu turnuvada da sürdürerek yarı finale kadar yükselen İngiltere’nin rakibi; Berke Özer, Ozan Kabak, Yunus Akgün, Umut Güneş, Recep Gül ve Atalay Babacan ile önemli bir jenerasyon yakalayan Türkiye’ydi. Takımın iskeletini Galatasaraylı oyuncular oluşturuyordu ve bu ekibe altın jenerasyon yakıştırmaları yapılıyordu. Maç başladığında ise genç İngilizler sahaya ağırlıklarını koydular. Jadon Sancho ve Callum Hudson-Odoi’nin golleriyle Türkiye’yi 2-1 eleyerek finalde İspanya’nın rakibi oldular. Finalde İspanya’ya penaltılarla yenilerek ikinci olsalar da rövanş çok yakındaydı.

Cooper özellikle gençlerle iletişime ve onları anlamaya çok önem veriyordu. Yeni kuşağın eski metotlarla, öğütlerle ve sert direktiflerle öğrenemeyeceğini düşünüyordu. Bu sebeple daha modern bir yaklaşım benimseyerek onları kendi kendilerine öğrenmeye teşvik ediyordu.
Ekim ayı geldiğinde Hindistan’da düzenlenecek turnuvaya rekor sayıda bir katılım vardı. Avrupa kıtasından İspanya, Fransa, Almanya, ve İngiltere’nin yanı sıra yine altın jenerasyon Türkiye de turnuvaya katılıyordu. Öte yandan Brezilya, Mali, Japonya ve ABD gibi diğer kıtalardan da önemli rakipler turnuvada boy gösterecekti.

Türkiye için turnuva büyük hayal kırıklığı oldu ve altın jenerasyon belki de son kez çatırdayarak grubu sonuncu bitirdi. Bu esnada Steve Cooper ve saha içindeki liderleri Phil Foden ile Jadon Sancho önderliğinde İngiltere, grubu 3’te 3 ile geçti. Bu başarının ardında kibirli İngiliz futbol sistemini, kendi metotları ve detaycı yaklaşımıyla ikna eden Cooper vardı. Turnuvaya özel pozisyon koçları, analistler, fizyoterapistler, beslenme uzmanları, spor psikologları ve hatta aşçılardan oluşan dev bir kafileyle Hindistan’a gelmişlerdi. Her detay düşünülüyor ve hiçbir şey şansa bırakılmıyordu. Bu İngiliz futbolunun uluslararası arenadaki algısını değiştirecek önemli bir devrimdi.
Sırasıyla Japonya, ABD ve yarı finalde de Brezilya’yı yenerek 5 ay önceki finalin rövanşı niteliğinde bir eşleşmeyle İspanya’nın rakibi oldular. Ferran Torres, Eric Garcia, Abel Ruiz ve Sergio Gomez gibi önemli gençlere sahip İspanya neredeyse 70 bin kişi önünde daha ilk yarıda durumu 2-0 yaptığında tüm emeklerin boşa gittiği düşünüldü. Ama Cooper’ın genç aslanları hızlı reaksiyon verdiler ve 2. Golü yer yemez maçı tek kaleye çevirdiler. Kaçan goller, direkten dönen bir topa rağmen oyundan düşmediler.

O zamana kadar turnuvanın 7 golle en golcü genci olan Rhian Brewster ilk yarının bitmesine dakikalar kala Steven Sessognon’un ortasında herkese umut veren golü attı. İkinci yarı sahada aynı kararlılıkta bir İngiltere vardı. İlk yarıda kaçırdıkları golleri bu sefer atmaya kararlıydılar. Özellikle Hudson-Odoi ile kanatları etkili kullanmaları sonucunda önce 58. dk’da Gibbs-White ardından sahneyi devralan Phil Foden’in golleriyle maçı bir anda tersine çevirdiler.

Öne geçmelerine rağmen durmayan genç İngilizler, hücuma devam ederek son 10 dakikada iki gol daha buldu ve toplamda 25 şut çektikleri maçı 5-2 kazandılar. Son Avrupa Şampiyonası finalinin öcü alınmış ve daha da önemlisi İngiltere 1966’dan beri herhangi bir yaş kategorisindeki ilk Dünya Kupası’nı kazanmıştı. Çocukların ağzındaki tek şarkı “It’s coming home”du. Ve Steve Cooper'ı büyük bir coşkuyla havaya atıyorlardı.
Bu başarının temel mimarı Steve Cooper ve baştan aşağı kurduğu sistem olsa da turnuvaya bazı İngiliz oyuncular gerçekten damga vurdu. Daha önce Cesc Fabregas ve Toni Kroos’un da kazandığı Golden Ball ödülü saf yetenek Phil Foden’ın oldu. En golcü futbolcuya verilen Golden Boot ödülünü de 6 maçta 8 gol atan Rhian Brewster aldı.
Bu isimlerle birlikte efsane kadronun diğer oyuncuları da şu şekildeydi;
· March Guehi
· Steven Sessegnon
· Emil Smith-Rowe
· Connor Gallagher
· Morgan Gibbs-White
· Angel Gomes
· Jadon Sancho
· Callum Hudson-Odoi
Kadrodaki oyuncular içerisinden bazıları geçen yıllar içerisinde İngiltere Milli Takımı’na kadar yükseldiler. Ve hatta aşağıdaki listedekiler futbol dünyasının en çok konuştuğu futbolculara dönüştüler.
· March Guehi – 1 maç
· Phil Foden – 15 maç
· Emil Smith-Rowe – 3maç
· Connor Gallagher – 3 maç
· Jadon Sancho – 23 maç
· Callum Hudson-Odoi – 3 maç
Aralarından kaybolan belki de en önemli isim Rhian Brewster oldu. Annesi Kıbrıs Türkü olan oyuncunun beklenen yükselişe devam edememesine rağmen potansiyeline yapılan yatırım devam etti. Son olarak seviyesine göre astronomik bir bedelle Sheffield United’a transfer oldu. Türk vatandaşlığına geçebilme kapısı da olan Brewster’ın adı, bu sebeple zaman zaman Türkiye Milli Takımı’yla da anılıyor.

Cooper’ın en önemli başarısı oyuncularıyla klasik patron-futbolcu ilişkisini yok ederek işbirliğini ön plana çıkarması oldu. Rakip analizlerinden tutun da kişisel gelişim noktalarına kadar her alanda futbolcularını sürece dahil etti. Öğretmeye dayatan değil öğrenmelerini sağlayan bir misyonu benimsedi. Cooper hocanın devam eden kariyerindeki başarılarının da bu prensiplere dayandığını görmek güç olmasa gerek.
Sambacı
Comments