top of page
  • Yazarın fotoğrafıSambacı

Babalar ve Oğullar #1 - Kluivert Ailesi

Kluivert ailesi üç kuşaktır devam eden bir futbol mirası ile karşımıza çıktı. Kenneth Kluivert doğduğu Surinam’da milli takıma kadar yükseldi ve ülkenin bir numaralı takımı Robinhood’da 10 sezon forma giydi. Kluivert soyadının tarihe geçeceği devrin başlangıcı ise Kenneth’in karısı Lidwina’yla 1970’de Amsterdam’a göç etmeleri oldu. 1976’da üçüncü çocukları Patrick dünyaya geldi. Patrick için Amsterdam’da yaşamaları büyük bir fırsat oldu. Döneminin en büyük golcülerinden biri olarak anılan Patrick Kluivert ailenin ikinci kuşağı olarak şöhreti zirveye çıkardı. Amsterdam şehri Kluivert ailesinin futbol mirası için önemli bir kesişim noktasıydı.



Erken Açan ve Solan Hollanda Efsanesi


Patrick Kluivert kariyerinin en genç yaşında futbolun en büyük sahnesi Şampiyonlar Ligi Finali'nde parlamıştı. Kaldırması zor bir sorumluluk ve ün erken yaşta kramponlarını asana kadar yakasını bırakmadı.

Patrick Kluivert, henüz 7 yaşında babası Kenneth sayesinde sevdiği futbol topunun peşinden koşmaya Schellingwoude sokaklarında başladı. AFC Ajax gözlemcileri tarafından fark edilip altyapıya dâhil edildiğinde belki de gelmiş geçmiş en görkemli altyapı jenerasyonunun bir parçası olacağından habersizdi. 100 yıla yakın tarihiyle AFC Ajax altyapısı o güne kadar Johan Cruyff, Frank Rijkaard, Marco Van Basten ve De Boer kardeşler gibi efsaneleri yetiştirmişti. 1994 senesinde A takıma çıktığında ilk maçı bir Hollanda Süper Kupası finaliydi. Bu finalde attığı golle takımın galibiyetine katkı sağladı. O dönemde daha fenomen olmamış Ronaldo’nun ezeli rakipleri PSV’ye transferiyle çaresiz kalan Ajax çözümü kendi içinde buldu. Dönemin teknik direktörü Louis van Gaal, genç Kluivert’a güvenerek daha önemli roller verecekti.



Patrick Kluivert’in esas sükse yaptığı an ise Mayıs 1995’te Şampiyonlar Ligi Finali'nde AC Milan'a karşı sonradan oyuna girerek 85.dakikada attığı Ajax'ın şampiyonluğu kazanmasını sağlayan o tarihi gol oldu. Ertesi sezon UEFA Şampiyonu Real Zaragoza ile eşleştikleri UEFA Süper Kupa maçının ilk ayağında da gol bularak psikolojik baskıyı rakibin üzerine yıktı. Kırmızı-beyazlılar o sezon Avrupa’da ve Hollanda da ikişer kupayı müzesine götürmüştü. Gol Krallığı yarışında ise attığı 30 golle Avrupa’yı sarsan Fenomen Ronaldo’nun ardından 18 golle ikinci olmuştu. Gelişen futbol görüşü ve eşsiz ilk dokunuşuyla ilerleyen sezonlarda Avrupa devlerinin gözü hep üzerinde oldu. Üç sezonda oynadığı 100 maçta toplam 52 gol attı ve 16 asist yaptı. Kazandığı yedi kupa ile hem Ajax hem de Kluivert için altın bir dönem yaşandı. Bu dönemde Ajax yakaladığı altın jenerasyon ile Avrupa’nın en rekabetçi takımlarından biri oldu.



Son sezonunda karıştığı trafik kazası olayı yeni bir başlangıç sürecini hızlandırdı. Bunun sonucunda da rüzgâr, Eredivisie’nin altın çocuğunu önce Milan’a sürüklerken diğer yandan da diğer altın çocuk Ronaldo’yu FC Barcelona’ya sürükledi. Kluivert’ı Milan formasıyla çok hatırlamayız çünkü tek sezonun ardından Ronaldo’nun Inter’e gidişiyle Barcelona’da boşalan santrafor pozisyonunun sahibi oldu. Milan’da idolü van Basten’den devraldığı forma Kluivert’a büyük geldi ve o da sığınacağı bir liman olan mentoru Louis van Gaal’in yanına gitmeyi tercih etti. Yeniden bir araya gelme sebepleri dönemin çok da ışıltılı olmayan Barcelona’sına Ajax ütopyasını taşımaktı. İlk sezonunda Rivaldo’yla oldukça iyi bir uyum yakaladı ve 15 gol 13 asist gibi harika bir katkı verdi. O ilk sezon La Liga’yı kazanmalarından sonra işler bir türlü istedikleri gibi gitmedi. Louis van Gaal takıma Frank de Boer, Michael Reiziger, Marc Overmars, Boudewijn Zenden ve Philip Cocu gibi diğer Hollandalı oyuncuları doldursa da ufak bir Ajax etkisi bile yaratılamadı. 2004 yılında diğer Hollandalılarla birlikte serbest kalan Kluivert, Barcelona kariyerinde 257 maçta 122 gol atıp 59 asist yapmıştı. Barcelona'daki tek başarı ilk sezonki lig şampiyonluğu olarak kaldı.



Kariyerinin buradan sonrası hem sakatlıklarla hem de futbola olan iştahsızlığıyla geçti. Newcastle United, Valencia, PSV Eindhoven ve LOSC Lille derken 31 yaşında kariyerini noktaladı. Barcelona kariyeri belki bu kadar kurak geçmese çok daha motive bir şekilde futbol hayatına devam edebilirdi.


Yine de yeteneği yadsınamaz bir golcü ve son vuruş ustasıydı. Oynadığı takımlarda çok yetenekli oyuncular olduğu için çoğu pozisyonda sadece son topa vurma işi ona kalırdı. Zaten topu oraya kadar getiren Seedorf, Rijkaard, Overmars, Rivaldo, Figo, Ronaldinho gibi büyük yıldızlar vardı. Bu sebeple belki de son vuruşları inanılmaz derecede etkileyici hale geldi. Ayağının içiyle, dışıyla veya kenarıyla her türlü gol vuruşunu ustaca yapabiliyordu. Açılan ortaları çok iyi tepki vererek yaptığı kafa vuruşları, fiziğini avantaja çevirerek zor toplara ayağını sokması ve kendine özgü tarzıyla futbol tarihine geçti. Kafasını biraz daha futbola verebilseydi ve daha çok başarı kazanabilseydi belki çok daha farklı anılabilirdi. Kariyerinin çok erken zirve yapması tükenmesine neden oldu.


Patrick Kluivert, futbolu bıraktıktan sonra Twente, NEC Nijmegen, PSV Eindhoven ve AZ Alkmaar’ın yanı sıra yine Louis van Gaal ile Hollanda A Milli Takımı’nda yardımcı antrenörlük yaptı. Ardından ilk teknik direktörlük deneyimi annesinin kütüğünün bulunduğu Hollanda Antilleri ülkesi Curaçao ile yaşadı. Burada sadece 12 maç görevine devam ettikten sonra oğlu Justin’in de bulunduğu Ajax U19 takımının başına geçti. Futbolculuğunun son yıllarında olduğu gibi uzun bir süre aynı yerde devam edemeden iş değiştirdi. PSG’de bir sene futbol direktörlüğü yaptıktan sonra tekrar saha kenarına Clarence Seedorf’un yardımcılığını yapmaya Kamerun Milli Takım’ına gitti. Oradan da ayrılan Kluivert son olarak Johan Cruyff’un ideallerini devam ettirme sözüyle La Masia’nın başına getirildi.



Ayak İzlerinden Yükselen Yıldız



Justin Kluivert babasından çok farklı özelliklere sahip olmasına rağmen en az onun kadar büyük bir futbolcu olacak potansiyele sahipti.

1999’da Patrick’in ilk evliliğinden olan çocuğu Justin tıpkı babası gibi Amsterdam’da dünyaya geldi. Futbola aslında SV Diemen isimli küçük bir takımda başladı. Babası futbolu bıraktığında ise çoktan onun izinden Ajax altyapısına katılıp kendini geliştirmeye başlamıştı. Kısa sürede beklentileri karşılama noktasında nasıl bir kararlılığına sahip olduğunu gösterdi. Henüz 16 yaşında U19 seviyesinde çok rahat uyum sağladı ve oynadı. Jong Ajax’la Hollanda İkinci Ligi testini de başarılı bir şekilde geçen Kluivert erkenden mezun olarak A takımda kendine bir yer elde etti. Altyapının profesyonel seviyelerinde toplam 39 maçta 15 gol atıp 20 de asist yaptı. Babasından farklı olarak boyu çok uzun değildi ancak elit sayılabilecek seviyede bir sürati vardı. Bu sebeple kanat oyuncusu olarak küçük yaşlardan beri futbol kariyeri ilerledi.



Justin, babasının deneyimlerini kullanmak ve futbol hayatı boyunca yaptığı en ufak hatalardan bile kaçınmak istedi. Ajax’taki kariyeri belki babasınınkinden farklı olacaktı ama genç Kluivert’in işleri kendi yöntemiyle yapacağı belliydi. Ajax’ta oynadığı 2 sezonda 56 maçta forma giydi ve 13 gol 10 asistlik bir katkı gösterdi. Henüz 18’ini doldurmuş birine göre Ajax kariyeri belirli alanlarda Patrick Kluivert’i çoktan geride bıraktı. Ajax formasını babasından daha genç bir yaşta sırtına geçirmişti. Babasının Ajax formasıyla hiç başaramadığı hattricki de kendi kariyerinin kilometre taşlarına ekledi. Kişiliği de babasından oldukça farklıydı. Kendini oyuna daha çok adamış ve çalışkandı. Cristiano Ronaldo'yu rol model olarak gördüğünü açıklaması da bunu gözler önüne serdi. O mirası fırsat olarak kullanmayacaktı, ondan öğrendikleriyle kendine yeni bir miras yazacaktı.


Bu kadar potansiyel ve buna dair ön gösterimi gören Avrupa devleri hemen Kluivert’in peşine düştü. Gözlemciler onun harika bir top kontrolü, hızlanma ve çabukluğa sahip olduğunu düşünüyordu. Dar alandaki hünerleri de Neymar’a benzetildi. Babasının eski takım arkadaşı ve şuan Ajax yöneticilerinden olan Edwin van der Sar da onun Patrick’ten çok farklı bir fiziğe ve özelliklere sahip olduğunu düşünüyordu. Fark yaratan hızı ve iki ayağını da etkili kullanma yeteneğinin yanına Kluivert mirası olan golü düşünme yetisi de eklenmişti. Babasıyla ortak noktası işte buydu. Farklı bir profilde olsa da gol atmaya yönelik oynuyordu ve gol vuruşları da oldukça klastı.



Kariyer yolu babasınınkiyle aynı başladı ve babası gibi o da ilk yurtdışı transferini Serie A takımı AS Roma’ya giderek yaptı. Değişen futbol endüstrisinin de etkisiyle babasının kariyerinde kazandırdığı en büyük bonservisi bile ikiye katlayarak 18 milyon Euro karşılığında İtalya’ya gitti. Bu transferle ilgili kendi kararını verdiğini Patrick Kluivert’in açıklamalarından dolayı herkes öğrendi. Babası Ajax’ta kalmasının daha doğru olacağını ona nasihat etmişti ancak o sahada da olduğu gibi soğukkanlı bir şekilde bu zorlu mücadeleye kendini atmıştı.


Roma’yla ilk sezon tam anlamıyla Patrick’i haklı çıkaracak şekilde geçti. Bu transferi sağlayan meşhur futbol direktörü Monchi, Justin’in büyük potansiyele sahip ve heyecan verici bir oyuncu olduğuna halen inanıyordu. Diğer yandan taraftarlar 35 maçta ancak 2 gol atabilen kanat oyuncusunun belki de Roma'ya çok erken geldiğini düşünmeye başladı. Kluivert’in gelişmesi için önünde zaman vardı ama gerek teknik direktör kararları gerek istikrarsızlık yüzünden daha verimli olduğu ikinci sezonunda bile yeteri kadar forma şansı bulamadı. Yine de Şampiyonlar Ligi’nde Viktoria Plzen’e attığı golle kulübün bu turnuvadaki en genç gol atan oyuncusu oldu. Yönetim ondan umudu kesmemiş olacak ki bu sezonun başında özellikle genç oyuncuları yetiştirmesiyle meşhur RB Leipzig’e kiralandı. Julian Nagelsman’nın tornasından bambaşka bir oyuncu olarak çıkabilir ancak şuan için beklentilerin altında kaldı.



Milli Takım Merceğinden Kluivertler



Hollanda Milli Takım'ının turuncu forması tarih boyunca çok önemli efsanelerin üstünde boy göstermişti. İki nesil Kluivert da bu formayı terletme şerefine nail olmuştu.

1998 Fransa Dünya Kupası’na giden Guus Hiddink’li Hollanda Milli Takımı’nda çok önemli oyuncular vardı. Kalede Edwin van der Sar, defansta Frank De Boer & Jaap Stam, orta sahada Edgar Davids & Phillip Cocu ve hücumda Dennis Bergkamp gibi isimler henüz 22 yaşında olan Patrick Kluivert’la birlikte kadrodaydı. Portakallar grup etabını başarıyla geçerek Yugoslavya’ya rakip oldu ve yendiler. Kluivert’ın özellikle çeyrek finalde Arjantin’e attığı ilk gol ve yarı finalde Taffarel’in çabalarına rağmen Brezilya’ya attığı harika kafa golü hafızalarda yer etti. Maçın devamında penaltı atışları sonucunda Taffarel’i alt edemediler ve belki de o jenerasyon çok önemli bir şampiyonluk şansını kaçırmış oldu.


İki sene sonra aynı takım artık futbolu daha da olgunlaşan bu yıldızlar önderliğinde Belçika ve kendi ülkelerinin ortaklığıyla düzenlenen EURO 2000’de mutlak kupa parolasıyla sahaya çıktı. Grup aşamasında 98 Dünya Kupası şampiyonu olan Henry ve Zidane önderliğindeki Fransa’yı yenerek herkesi şok ettiler. Ardından Yugoslavya’yı Kluivert’in hattrickinin de dâhil olduğu bir farkla yenerek Maldini & Nesta tandemiyle korku salan İtalya’yla yarı finalde eşleştiler. Normal sürede kazanılan bir penaltıda şanssız bir şekilde direğe takılan Kluivert, uzayarak penaltı atışlarına giden maçta kendisi haricinde diğer üç oyuncunun penaltıyı kaçırmasıyla yıkıldı. Buna rağmen Kluivert, Altın Ayakkabı ödülünü Savo Milosevic’le beraber alarak aynı zamanda Turnuvanın Takımı’na da seçildi. Aslında Yugoslavya maçında atılan ekstra bir gol daha Kluivert’a yazılmıştı ancak o maçtan sonra Yugoslav oyuncu Govedarica’nın topa müdahale eden isim olduğunu söyleme erdeminde bulundu. Bu davranışı ile ödülü paylaşmak durumunda kaldı ama herkesin takdirini topladı.



Kariyerini geride bıraktığında Hollanda tarihinin en iyi santrafor oyuncularından biri olarak görüldü. 2004’te son kez turuncu formayı sırtına geçirene kadar alt yaş kategorilerinde 38 maçta 10 golü ve A takımla da 79 maçta 40 golü vardı. Bu goller sonucunda edindiği “Oranje” tarihindeki Robin van Persie ve Klaas-Jan Huntelaar ardından en golcü üçüncü oyuncu olma unvanını halen korumaktadır.


Takvimde 14 yıl ileri gittiğimizde ise Kluivert adının yeniden turuncu formayı yazıldığını herkes gördü çünkü Patrick Kluivert’in ortanca oğlu Justin, Ronald Koeman tarafından ilk kez A milli takıma çağrılmıştı. Justin Kluivert oldukça küçük yaşlardan beri Hollanda Milli Takımı’nın gözlemi altındaydı. Nitekim henüz 14 yaşındayken U15 takımıyla ilk milli maçına çıktı. Babasının milli takımlar düzeyinde de efsane bir futbolcu olması sebebiyle üzerindeki baskı kaçınılmazdı ama o basamakları birer birer atlayarak 2018 yılında neredeyse tıpkı babası gibi her alt yaş kademesinin dâhil olduğu 59 maça çıkmıştı.



İlk ciddi turnuva deneyimini UEFA U17 Avrupa Şampiyonası’nda Mathias de Ligt, Ferdi Kadıoğlu ve Donyell Malen gibi yıldız adaylarıyla birlikte 2016’da yaşadı. Genelde sonradan girdiği maçlarda takımına destek olmaya çalıştığı turnuvada bir asist yaparken Hollanda yarı finalde şampiyon Portekiz’e elenerek turnuvayı sonlandırdı. Buradan sonra sorumluluğu artarak devam eden Justin için ikinci büyük milli turnuva deneyimi pandemi sebebiyle bu sezona yayılan UEFA U21 Avrupa Şampiyonası oldu. Henüz ilk etabı oynanan şampiyonada Almanya’ya karşı attığı bir gol ve Macaristan maçındaki asistiyle takımın en önemli oyuncularından biri oldu. Mayıs sonunda oynanacak turnuvanın kalan kısmında ilk 11’in önemli bir ismi olacak. Aynı zamanda Hollanda A Milli Takım’ında da ilk resmi maçına Portekiz karşısında Mart 2018’de çıktı.




Kluivertlar İçin Sonsöz



Üç nesildir futbolun içinde olan Kluivert ailesi yeni jenerasyondan gelen küçük aile fertleriyle birlikte uzun süre daha dünya futbolunun içinde olacağa benziyor.

Justin’in babası gibi şaşalı bir kariyer çizip çizemeyeceğini henüz kestirmemiz çok zor. Patrick Kluivert’in 18 yaşında harikalar yaratarak futbolun en önemli sahnesini salladığını düşünürsek Justin’in de yıllardır içinde biriken potansiyeli dışarı vurma zamanı yavaş yavaş geliyor. Justin babasının belki de çoktan dünya yıldızı olduğu yaşta hala kendi oyun kimliğini bulmaya çalışıyor ama henüz 21 yaşında ve önünde uzun yıllar var. Doğru takımın doğru sistemi içerisinde kesinlikle yeteneği ve süratiyle fark yaratabilecek bir oyuncu olarak görülüyor. Baskıyı ve Kluivert olmayı şuana kadar olabildiğince iyi kaldırıyor. Sahneye çıktığından beri önemli bir mottosu olan çalışma azmi ve kararlılığını biraz da futbol şansıyla birleştirebilirse belki bir gün Barcelona’da babasının tozlanan formasını tekrar gün yüzüne çıkarabilir.



Patrick’in ilk eşinden olan diğer iki oğlu da futbolla profesyonel olarak ilgileniyor. Büyük kardeş Quincy sağbek olarak Vitesse U21 takımıyla anlaşmış olsa da kariyerini başka bir yöne çevirerek futboldan uzaklaştı ve şuan DJ’lik yapıyor. Öte yandan küçük kardeş Ruben ise babası ve abisinin yolundan giderek ilk profesyonel sözleşmesini bu sezon Utrecht ile yaptı. Stoper olarak görev yapan Ruben U21 takımıyla Hollanda İkinci Ligi’nde bu sezon 17 maça çıktı.



Patrick Kluivert’in şu anki evliliğinden de 13 yaşında Shane isimli bir oğlu bulunuyor. Shane belki de ailenin en küçük yaştan beri ünlü olan ismi olarak dikkat çekiyor. Önce Ajax ve PSG, şimdi de Barcelona altyapılarında kendi yaş grubu için dikkat çekici bir performans ortaya koyuyor. Henüz 9 yaşında Nike ile 5 senelik sponsorluk anlaşması imzalayarak tarihte görülmesi zor bir şeyi başardı. Hakkında şimdiden yüzlerce yetenek videoları interneti sarmış durumda olsa da izleyince hak vermeden edemiyoruz. Babası Patrick’in golcülüğü ona tamamen işlemiş gibi görünüyor ancak profesyonel olmak için aşacağı 4-5 senede neler olacağını hep birlikte göreceğiz.



Sambacı




Comments


bottom of page