top of page
  • Yazarın fotoğrafıSambacı

Babalar ve Oğullar #3 - Zidane Ailesi

Just Fontaine, Michel Platini, Jean Tigana, Eric Cantona ve Didier Deschamps gibi efsaneler Fransa futbol tarihinin önemli kilometre taşlarıdır ama bu taşlar arasında öyle bir isim vardır ki tartışılmasına gerek olmadan sadece Fransızların değil tüm futbolseverlerin kalbinde ayrı bir yere sahiptir. Bahsettiğim isim olan Zinedine Zidane, yeni jenerasyon tarafından 2006 Dünya Kupası Finali’nde yaşanan malum olayla ve Real Madrid teknik direktörlüğüyle tanınıyor ancak bundan çok daha fazlası olduğunu hepimizin bilmesi gerekiyor. Cantona’dan sonra gelmesi ve karakterinde benzer duygu yoğunlukları olması Cantona’nın elinden aldıkları takdir edilme duygusunu ondan hiçbir zaman alamadı. Bu noktada efsanelerin farklı ağırlığına rağmen, Zidane bunlardan çok daha fazlası olduğunu her fırsatta gösterdi. Oynadığı takımların tarihine etki eden karizması ve bambaşka bir oyun tarzıyla modern bir efsane sayılan Zidane’ın neden birçok kişi tarafından en iyi olarak kabul edildiğine ve Zidane ailesinin futbol mirasına gelin hep beraber bakalım.




Cezayir'den Cannes'a Emekleme Yılları


Zidane efsanesinin doğuşu babasının göç ettiği Cezayir'den Marsilya sokaklarına kadar uzanır.

1950’lerde Baba Zidane’in maddi durumlar nedeniyle Cezayir’den Paris’e gitmesiyle tüm hikâye başladı. Paris’te biraz para kazanmalarına rağmen Baba Zidane zorlu işlerde çalışıyor ve son zamanlarda da iş bulmakta güçlük çekiyordu. Bunun sonucunda da güneye Marsilya’nın göçmen ağırlıklı semti La Castellena’ya taşındılar.



La Castellane'de büyüyen geleceğin efsanesi, hayata yoksul bir başlangıç yaptı ancak bu başlangıçlardan uzakta bir yaşam çizgisi bulması ve sonunda profesyonel olarak bir kariyer oluşturması futbol sayesinde oldu. Bu karmaşık hayat şartlarının onu ele geçirmemesinin en büyük sebebi olan futbola onu çeken şey sadece yoksulluklarını bitirmek olmadı. Bu oyuna karşı olağanüstü bir yeteneği olduğunu daha 5 yaşında keşfetmişti. 9 yaşında US. Saint-Henry Club ve 11 yaşında SO Septemes-les-Vallons gibi mahalle takımlarında oyunu daha fazla öğrendi ancak peşini bırakmayan bir durum vardı. Göçmen olduğu için o dönemki bazı algıları kırarken zorluk çekiyordu ve pek çok ırkçı duruma maruz kalıyordu.



17 yaşında AS Cannes’ın koçu Jean Varroud tarafında çok beğenildi ve altyapıya kazandırıldı. Hatta ilk sezonunda teknik direktör Jean Fernandez onu 2 lig maçında oynattı. Henüz en büyük sahnelerden, birçok kişinin ona taptığı şampiyonluklardan çok uzaktaydı ancak yükselişinin her bir adımını burada ilmek ilmek dokumaya başladı. Geride oynatılması onun için bir problem değildi. Özgüveniyle kendi ceza sahasında bile riskli çalımlara girebiliyordu. Zayıf olan sol ayağını ve kafa topu vuruşlarının üzerinde saatlerce ve günlerce çalıştı. Bu sayede giderek komple bir oyuncu kumaşını üzerine giyiyordu.



19 yaşında artık A takımın değişilmez oyuncusu olmuş ve takımının UEFA Kupası vizesi almasına yardımcı olmuştu. Artık spotlar üzerine dönmeye başladı ve bu sefer Cezayirli bir Müslüman olduğu için değil inanılmaz yeteneklere ve eşsiz bir potansiyele sahip olması sebebiyleydi. Sonraki sezon işler yolunda gitmedi ve Cannes küme düştüğünde o da Bordeaux’ya transfer oldu.



Destansı UEFA Macerası ile Bordeaux Yılları



Bordeaux'da geçirdiği 4 yıl onun olgunluğa ulaştığı ve bazı imkansız denen şeyleri başarmaya başladığı yıllardı.

Bordeaux’da geçirdiği 4 yılda artık tüm dünya ondan ve yeteneklerinden haberdar olmuştu. Takımı da kendiyle birlikte yükseltmeye başlamış ve artık çok daha iddialı bir oyuncu haline gelmişti. Burada öyle bir sezonları var ki Zidane mirasını anlatırken belki de üst düzeydeki o ilk noktayı anlatmamak olmaz.


1990’lı yılların Milan’ı 1980 sonlarından kalan adeta bir tiranlık gibi Avrupa’ya nam salmıştı. 1991/92'de Milan, ligde tek bir maç kaybetmedi ve aynı zamanda 90'ların başında da 58 maçlık bir yenilmezlik rekoru kırmıştı. Avrupa'da Rossoneri'nin başarısı, onları karşı karşıya gelinmek istenmeyen bir rakip haline getirmişti. Milan'ı yenmek için en iyiler arasında olmak gerekiyordu ve sadece 90'ların başında iki Fransız Deschamps ve Papin’in baş aktör olduğu Marsilya (iki kez) ve Ajax 1989 ile 1995 arasında onları yenmeyi başardı.


1995/96 UEFA Kupası bir sürprize sahne olacaktı ve bu sefer herkes bir yıldızın doğuşunu en önden seyredecekti. Çeyrek Final’de Bordeaux’un rakibi Baresi, Maldini, Costacurta ve Christian Panucci’li savunması; önlerinde Marcel Desailly ve Patrick Viera gibi Fransa futbolunu çok iyi tanıyan iki oyuncu ve Roberto Baggio, Dejan Savicevic ve George Weah ile korkulan bir hücum hattı olan Milan olmuştu.



İlk maçı Milan 2-0 kazandığında kimse Bordeaux’ya şans vermemişti. Kadrosunda Bixente Lizarazu, Critoph Dugarry ve Zinedine Zidane gibi genç isimler olan Bordeaux ise ikinci maçta tarih yazmak için sahaya çıkacaklardı. Nitekim de öyle oldu; önce Lizarazu Baresi’yi harcadı ve bir asist yaptı. Ardından da Dugarry golü buldu. Altı dakika sonra ise geri dönüş tamamlandı ve Bordeaux'nun muhteşem üçlüsü üzerine düşeni yaptı. Son golü 24 yaşındaki Zidane atmıştı ve 3-0’la turu geçen Bordeaux oldu.



Maceranın devamında finale kadar ilerleyen Bordeaux, Bayern Münih’e yenilerek peri masalını noktalasa da Milan’a o dönemki bitirici vuruşu genç Zidane ve arkadaşları yapmıştı. Zidane’ın oynadığı futbol ve sahadaki öngörülemezliği bu başarıdaki en büyük faktörlerden biriydi. 4-4-2’nin forvetleri Dugarry ve Thalot’u beslerken aynı zamanda geride açık vermiyordu çünkü ondan topu almakta herkes zorlanıyordu. Bu performanslardan sonra İtalyan devi Juventus’un ilgisi sonuç verdi ve 1996’da transferi gerçekleşti.




21 Numara Zidane ve Bianconeri Dönemi



Juventus gibi büyük bir takımda kendini bulması ve kendi oyununu oynaması muhakkak ki zaman alacaktı.

Juventus’daki ilk ayları kendinden şüphe duyanları haklı çıkaracak derecedeydi. Orta saha üçlüsünde Antonio Conte ve bir diğer Fransız efsane Didier Deschampsla oynarken derin oyun kurucu rolünde oynaması istendiği için çok alışık olmadığı bu görevi yaparken zorlandı. Savunma görevleri, yeteri kadar hücumda yer alamaması etkinliğinin ve özel yeteneklerini göstermesinin önüne geçti.


Bir sonraki sezon bazı şeyler tam ters yönde değişecekti. Conte'nin formdan düşüşünün ve Marcello Lippi’nin taktiksel değişiminin Zidane'ın kaderinde oldukça büyük payı oldu. Arada uzun süre sahalardan uzak kalan Zidane'ın takıma dönmesi de bu taktiksel değişiklik sonucunda çok daha çarpıcı oldu. Adeta yeni bir transfer gibi bu yeni dizilimdeki yerine aldı. 3-5-2 varyasyonunda 10 numara pozisyona geçmiş ve hücuma olan erişimi artmıştı. Bu pozisyonda oyun kurma becerilerini, hücumda top karşılama becerilerini ve inanılmaz adam eksiltme yeteneğini göstererek rakip savunmaları adeta parçalara ayırdı.



1997’de Hollandalı Edgar Davids'in gelişiyle takım savunmasının güçlenmesi Zidane'ın sahanın hücum kısmında kendini daha fazla ifade etme özgürlüğüne sahip olmasını sağladı. Edgar Davids’le yapbozun parçaları gibi birbirlerini tamamlayarak ve ikisi de birbirlerinin gelişimine katkı sağladı. Saha dışında da birbirleriyle iyi dost olmuşlardı ve tüm bunlar bir araya geldiğinde ikisi deoyunlarını belki de en üst seviyeye çıkardı. Bunun yanı sıra 10 numara pozisyonundaki Zidane’in vizyonunu fevkalade tamamlayan İtalya'nın en seçkin forvetlerinden ikisi olan Alessandro Del Piero ve Filippo Inzaghi’yle de harika bir uyum yakaladı.



Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu’nu ve ilk iki sezonun aksine son iki sezonda Scudetto’yu kazanamamalarına rağmen genele baktığımızda Juventus’da bireysel olarak başarılı beş sezon geçirdi. 1998’de Ballon d’Or, 2 Serie A Şampiyonluğu, 1 İtalya Süper Kupası, 1 UEFA Süper Kupası, 1 Kıtalararası Kupası ve 2 Şampiyonlar Ligi finaliyle artık bir üst sahneye çıkmaya hazırdı.




5 Numara Zidane ve Los Galacticos Dönemi



Geçmişten günümüze dünyanın en iyi futbolcularının çıktığı sahne olan Santiago Barnabeu artık onun için hazırdı.

Zidane'ın Torino'daki son sezonundan sonra İspanyol devi Real Madrid’in büyük projesinin mihenk taşı olacaktı. Real Madrid'in ünlü başkanı Florentino Perez'in “Zidanes y Pavones” olarak adlandırılan Zidane’ın başını çektiği dünya yıldızlarıyla kendi akademi öğrencilerini sentezlemek için modern Los Galacticos politikasını başlattı ve Fransız oyuncu, 46 milyon sterlinlik bir bonservis bedeliyle o dönemin transfer rekorunu kırdı.



Sessiz ve ağırbaşlı yaklaşımına rağmen, Zidane'ın otoritesi hem Bernabeu'da hem de tüm Madrid’de oldukça hissediliyordu. Luis Figo, Ronaldo, David Beckham, Roberto Carlos, Claude Makalele gibi uluslarası yıldızların yanında Iker Casillas, Raul, Fernando Hierro ve Michel Salgado gibi yerli yetenekler vardı. İyi niyetli bir Galacticos takımı olmalarına rağmen hayal kırıklığının önüne geçemediler. Zidane’in 2001 Şampiyonlar Ligi finalindeki maçı ve kupayı kazandıran muhteşem volesi, beş yıllık Los Blancos kariyerindeki en şaşalı andı.



Geçirdiği beş yılda sadece 1 LaLiga Şampiyonluğu, 2 Kral Kupası, 1 Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu ve 1 UEFA Süper Kupası kazanabildiler. Takım hüsranla dağılsa da Zidane seyircilere verdiği tatla o dönem için taraftarların gözünde büyük bir ikon oldu. Neyse ki bu ikoniklik meyvelerini yıllar sonra takımın başına geçtiğinde verecek ve kulübün en başarılı dönemlerinden birini teknik adam olarak yaşatacaktı.



Zidane'ı futbol tarihindeki pek çok yetenekli oyuncudan ayıran şey, şaşmaz tutarlılığıydı. Bu tutarlılığın sonucunda da hepimizin bildiği Zidane’ın şovunu izlemiş olduk. Nadiren hata yapardı ve sakinliği ile herkesi şaşırtıyordu. Top üzerindeki otoritesinde asla kibir yoktu, sadece özgüven ve zekâ vardı. Zidane gibi bir oyuncuyu kısaca özetlemek çok zor olsa da, belki de bunu en iyi yapacak kelime “gösteriş” olurdu.




Fransa'nın Modern Efsanesi Zizou



Pele ve Maradona gibi yıldızları izleme fırsatı bulamayan jenerasyonlar için aynı tadı damakta bırakan ilk modern futbolculardan biriydi.

1994’te Çek Cumhuriyeti ile Fransa arasındaki hazırlık maçında Les Blues devre arasına iki gol geride girdi. Maçın artık tek bir önemi kalmıştı o da gururlarını kurtarmaktı. Teknik direktör Aime Jacquet'in defans ağırlıklı kadrosu sebebiyle, takımın hücum kısmı çok kısır kalmıştı. Eric Cantona ve Christophe Dugarry'nin yarattığı küçük kıvılcımlar yetersizdi. İkinci yarıda Bordeaux’da parlamaya başlamış 22 yaşındaki Zidane ilk milli maçı için oyuna girdi. 85. dakikada önce 25 metreden harika bir gol attı, ardından da 2 dakika sonra kornerde çok iyi yer alarak yaptığı kafa vuruşuyla takımına beraberliği getirdi. Fransa’nın gururunu kurtaran o genç yıldız için çok daha büyük gururların başlangıcı olarak bu maç tarihe geçti.



EURO 1996’da ilk ciddi turnuvası için Fransa Milli Takımı’yla İngiltere’nin yolunu tuttu. Daha gerçek damgasını vurmasına vakit olsa da hem Yarı Final’de hem de Çeyrek Final’de penaltılara kalan maçlarda topun başına tüm soğukkanlılığıyla ilk o geçti ve kaçırmadı. Yarı Final’de elenmelerine rağmen bu turnuva onun için büyük bir tecrübe olmuştu. Fransızlar da ona her şartta güvenebileceklerini bir kez daha gördüler.



Fransa’da oynanan 1998 Dünya Kupası'nı kazanmak Fransız Milli Takımı için tarihlerinin en unutulmaz başarısıydı ve hala hafızalardan silinmedi. Laurent Blanc, Marcel Desailly ve Didier Deschamps gibi son derece etkileyici yıldızlara sahip olmalarına rağmen onları önemli oyunlarda üst düzey bir ustalıkla hayatta tutan takımın genç isimlerinin lideri Zidane oldu. Özellikle son şampiyon Brezilya’ya karşı oynanan finalde 3-0 gibi ezici bir skor alırlarken 2 golde imzası vardı. Bu başarı ve Zidane’in bireysel performansı sonrası herkes “Zizou” adını haykırıyordu.



EURO 2000'de ise Les Bleus tarih yazacak ve kupa koleksiyonlarına çok önemli bir parçayı getirecekti. Bu sefer Zidane sahaya damgasını daha da sağlam vurdu ve en büyük sahnede kendini bir kez daha kanıtladı. Çeyrek Final’de İspanya'ya attığı harika bir serbest vuruş ve Yarı Final’de yine soğukkanlı şekilde kullandığı “Altın Gol” penaltısı ile bir nesle unutamayacağı bir turnuva yaşattılar. Final'de ise İtalya maçını önce son saniye golüyle uzatmaya götürüp sonra da “Altın Gol”le kupaya uzandılar. Fransa'nın dâhisi turnuvanın da en değerli oyuncusu seçildi.



2002 Dünya Kupası’nda ise 30 yaşına gelmiş Zidane sakatlıklarla boğuşurken Fransa’da sığ sularda boğulmuş Uruguay, Danimarka ve Senegal’in bulunduğu grupta 1 puanla sonuncu olarak turnuvaya veda etti.



Zidane'ın Fransa ile olan hikâyesinin son perdesi ise 2006’da Berlin'deki Olimpiyat Stadı'nda oynandı. İtalya’ya karşı oynanan efsane finalde Panenka penaltısı, Materazzi’ye atılan kafa ve kupanın yanından son kez yapılan yürüyüş bu eşsiz hikâyenin son görüntüleriydi. Kariyeri inanılmaz mantıksızlık içerisinde sona erdi. Yine de Zidane'ın uluslararası arenadaki başarısı tartışılmazdı. Ülke tarihinin en başarılı milli takımının en önemli dayanak noktasıydı. Zinedine Zidane, tartışmasız, başka hiçbir şeye ve hiç kimseye benzemiyordu.




Kaldırması Güç Miras ve Yavru Zidaneler



Zidane'ın farklı yaşlardaki 4 çocuğu için Zidane yazan formayı sırtlarına geçirmek ve beklentileri karşılamak her daim zor olacaktı.

Zidane gibi bir efsane bu kadar uzun anlatılmayı kesinlikle hak ediyordu. Konumuzun özüne dönecek olursak da Zidane ailesinin artık aktif futbol içinde yeni aktörleri bulunuyor. Zidane forması aileden olsun ya da olmasın doldurulması çok zor bir forma olsa da bazı şeyleri yaşamadan öngörmemiz mümkün olmuyor.


Madridista'nın gençlik akademisinden yetişen dört oğlu Enzo, Theo, Elyaz ve Luca ile Zidane Ailesi’nin geleceği farklı derecelerde parlak görünüyor ve efsanenin ayak izleri özellikle en küçük iki oğlunda daha çok hissediliyor. Babalarının sergilediği beceri ve yeteneğin küçük bir kısmına bile sahiplerse, futbol taraftarlarının başka bir Zidane'ın daha yükselişini ve belki de kupalar kazanmasını izleyebilir.


En büyük oğul Enzo Zidane, Real Madrid'de gençlik takımlarından 'birinci takıma kadar oynadığı yaş kategorilerini saymazsak beş farklı takımda oynadı. İlk resmi maçına Real Madrid formasıyla babasının yönetimde 2016’da çıktı. İspanya Kral Kupası’nda oynanan Cultural Leonesa maçında hatta bir de gol atarak o dönem herkese bir acaba dedirtmişti. Ancak bu Eflatun-Beyazlılar için oynadığı tek ve son maç olmutu. Enzo Zidane kendi kuşağında takım arkadaşı olan Mario Hermoso, Fede Valverde ve Mariano Diaz gibi diğer Castilla mezunları arkadaşlarının aksine geçirdiği süre boyunca Real Madrid kadrosu için bir aday olarak görülmedi.



A takımda kendine yer bulamayan Enzo, 2017 yazında takımdan ayrılarak o zaman LaLiga'da mücadele eden Alaves'e gitti. Bask topraklarında sadece iki maç oynamakla yetindi ve birkaç ay sonra İsviçre ekibi Lausenne-Sport'a gitti. Burada daha fazla oynama şansı bulsa da takım küme düştü ve İspanya'ya geri döndü. 3.Lig temsilcisi Rayo Majadahonda'da kiralık olarak oynadığı sezonda takım ikinci lige yükseldi ancak Enzo yine istikrarsız performanslarına devam etti. Kariyerinin artık yokuş aşağı gideceğini düşünmesi sebebiyle daha farklı bir macera için Portekiz ligine yeni çıkmış CD Aves'e gitti. Devre arasında LaLiga’ya çıkma mücadelesi veren Almeria onunla ilgilendi ve ülkesine geri döndü.



Bugünlerde kulüpsüz olan 26 yaşındaki Enzo Zidane, yeni sezon için kendisini parlatacak yeni bir macera bekliyor. Tabiki de babası Zinedine’in seviyesinden çok ama çok uzak olsa da beklenti hiçbir zaman o kadar büyük olmamıştı zaten. Mutlaka değil, yukarıda açıklandığı gibi, o sırada çevresinde çok fazla beklenti yoktu. Dönemin Castilla gözlemcilerinin de onun hakkında yıldız olmasını beklemiyor tarzında raporları vardı.


İkinci büyük kardeş Luca ise hayal edilenin aksine kariyerine kaleci olarak devam etti. O da Castilla’dayken Real Madrid’in gelecek kalecisi olarak -en azından romantik futbolseverler tarafından- hayal ediliyordu. gençlerine parlak bir gelecek vaat edildi. Ancak Castilla'dan profesyonel seviyeye bu sıçramayı yapmak oldukça zordu ve onunda performanslarının seviyesi düşmeye başladı. A takım tecrübesi tatmak istemesi sebebiyle Racing Santander'e kiralık gitti. Santander, ikinci lige yükselirken kaleyi tam 33 maçta korudu. Fransa, Cezayir ve İspanya kökenleri olan Luca için medya yavaş yavaş LaLiga seviyesinde olabilir yorumları yapmaya başlamıştı ki Real Madrid’in A takımdaki genç kaleci kontenjanını Ukraynalı Andriy Lunin’e kaptırmasıyla hayalleri suya düştü.



Luca Zidane'ın sözleşmesi bu nedenle uzatılmadı. Yaz boyunca işsiz kaldı ancak en sonunda ikinci ligde mücadele eden ve aile evinden birkaç kilometre uzaklıktaki Rayo Vallecano'yla anlaştı. Performansıyla, teknik direktör Andoni Iraola'nın kafasını karıştırsa da ve ilk 11’e yerleşemedi. Oynadığı maçlarda ligdeki en iyi ikinci kurtarış yüzdesine sahip kaleci olmayı başardı ve topu oyuna sokma becerisi de takdir topluyordu. Bu sezon LaLiga’ya yükselen kadroda kendine yer bulacak gibi görünen 23 yaşındaki Luca, alt yaş kategorilerinde 30 kez milli formayı giyme başarısı göstererek Zidanelar için çıtaya Enzo’dan daha yukarıya çekmiş oldu.



Küçük iki kardeş Theo ve Elyaz ise halen Real Madrid altyapılarında oynamaya devam ediyor. Özellikle Theo’nun babasına çok benzeyen stili ve ona en yakın olabilecek potansiyeli Madridliler tarafından fark edildi. Sezon başında bir dönem A takımla da idman yapması bunun önemli bir göstergesiydi. Nispeten hücum profiline sahip bir orta saha oyuncusu olan Theo Zidane, şu anda İspanyol 3. Ligi'nde oynayan U19 takımı ve 2. Lig’de mücadele eden Castilla arasında mekik dokuyor. Umut vaat eden Theo, Fransa U17 takımında oynama tecrübesi ve UEFA Gençlik Ligi’nde sonradan oyuna girerek asist yaptığı PSG maçlarıyla kendini ilerleyen yıllara hazırlamaya çalışıyor.



15 yaşındaki Elyaz, futbol kariyerine paralel olarak halen Lycée Français de Madrid'de eğitim görüyor. 2019’da Xabi Alonso ile çalışma fırsatı bulan Elyaz, Real Madrid genç takımlarında forvet olarak oynuyor. Seviyesini söylemek içi henüz çok erken ancak şimdiye kadarki genç takımlar kariyeri iyi bir hücum oyuncusu olabileceğinin sinyallerini verdi. Real Madrid'de kalmaya devam ederse iki üç yıl içinde onu Gençlik Ligi'nde U19 formasıyla görebiliriz.



Başta da belirttiğimiz gibi Zinedine Zidane’ın gösterdiği seviye belki de tüm futbolcular için yaklaşması ve ulaşması en zor seviyelerden biri. Zidane bu sebeple çocuklarını da bu baskıyla büyütmeyerek kendi kariyerlerini belirlemelerine ve onlardan olan beklentilerini minimumda tutmaya çalışıyor. Önümüzdeki 10 yıllık zaman diliminde muhakkak ki futbol sahasında Zidane yazılı formalar görmeye devam edeceğiz ancak bunun İspanya 3. Ligi’nde mi yoksa şanlı Real Madrid formasıyla mı olacağını hep birlikte izleyerek göreceğiz.



Sambacı

Commenti


bottom of page