top of page
  • Yazarın fotoğrafıSambacı

Bir Şehir, İki Hikaye #4 - Dockers Derby

Güncelleme tarihi: 15 Tem 2022

Çoğumuzun başrollerinde Elijah Wood ve Charlie Hunham’ın oynadığı 2005 yapımı “Green Street Holigans” yani Yeşil Sokak Holiganları filminden aşina olduğu West Ham – Milwall derbisinin altında yatan pek çok ekonomik, sosyal ve politik düzlemde detay vardır. Futbolun mucidi İngilizlerin günümüz derbilerine göre küçük ama tansiyonu en büyük olanı, Milwall-West Ham arasındaki tarihi “Dockers Derby”dir. Bu derbinin kökeni ve ortaya çıkışı aslında 19. yy’in sonlarına dayanır. Birbirine çok yakın bölgelerde kurulan bu iki takımın ortak noktası sadece aynı şehrin ve bölgenin takımı olmaları değil aynı zamanda işçi sınıfının takımı olmalarıdır.



Thames Nehri çevresinde yaşayan insanlar için liman ve demir işçiliği hayatın büyük bir parçasını oluşturmaktaydı. Hayatları, Sanayi Devrimi’yle birlikte büyük ve zorlu bir çalışma rutinine bağlanan halk için futbolun yaygınlaşması çok büyük bir nimetti. Bu oyun, hem oynayanlar hem de izleyenler için mükemmel bir stres atma ve hayattan kısa sürede olsa soyutlanma aracıydı. Bundandır ki İngiltere’deki ilk futbol takımlarının büyük bir kısmı işçi sınıflarının arasında doğdu. Farklı lig oluşumlarıyla düzenli halde oynanmaya çalışılan futbol, bu işçi takımlarının aracılığıyla sınıfların sesini duyurmasını sağladı. Durum böyle olunca da kitlelerin futbola olan tutkusu daha da arttı. İş saatleri dışında futbol takımlarını ne pahasına olursa olsun destekleyen kitleler zaman içerisinde taraftara dönüşmeye başladı. Bu dönüşümün barındırdığı organik bağ ise uzun yıllar varlığını koruyarak nesilden nesle aktarıldı.


Thames Nehri etrafında geçen bu hikâye, liman ve demir işçilerinin oluşturduğu iki rakip şirketin takımlarının arasındaki sıradan bir komşu mahalle maçı olarak başladı. Ancak 20. yy’in ilk çeyreğinde İngiltere’de yaşanan ekonomik darboğaz bu hikâyeyi bambaşka bir yere taşıdı. İşçilerin yaşam şartları gittikçe zorlaşırken para babası patronlar da artık cepleri boş kara kara düşünüyordu. Patronlar zamanla işçilerin ücretlerinin ödemekte zorlandı. Bu da kitle olarak çalışan, yaşayan ve maçlara giden bu işçi sınıfının toplu greve başlamasına sebep oldu. Bu grev için omuz omuza veren farklı fabrikaların işçileri arasında farklılık gözetmeksizin büyük bir kenetlenme yaşandı. Bu durumun tek istinası ise Milwall Ironworks tersanesinin işçileri yani Milwall takımı ve taraftarlarıydı.



Milwall işçilerinin grev için diğer gruplarla birleşmekten imtina etmeleri ve hatta işler ciddileştiğinde grev karşıtı eylemlerde bulunmaları komşularını oldukça kızdırdı. Thames Ironworks tersanesinin çalışanları yani West Ham taraftarları ise grevin en büyük savunucuları olarak bu grubu karşılarına aldı. İki karşıt grup arasında sokak çatışmalarına dönüşen büyük husumetler yaşanmaya başladı. Olayların büyümesi ve kanlı bir hal almasıyla da o tarihe kadar dostane bir mahalle maçı olan komşu derbisi artık yerini can pazarı haline gelen sokak savaşlarına bıraktı. Kayıp giden canların karşı taraf için gurur duyulacak bir malzeme haline gelmesi olayın vahametini daha da artırdı.


İlerleyen yıllarda futbolda farklı yolların yolcuları olmaları sebebiyle karşılaşma sıklığının düşmesi, rekabetin daha arzulanan ve tutkulu bir hal almasını sağladı. Aradaki şiddet unsurları neredeyse hiç azalmadan devam etti. Hatta bir dönem sokak mafyasının elinde maşa bile oldu bu iki kulübün taraftarları. Birbirlerine kültürel ve yaşamsal olarak birbirine çok benzeyen bu iki taraftar cephesinin arasındaki futbol maçları, zaman içinde toplumsal şartların da ittirmesiyle şiddet ve sertliğe dayanan tarihi bir kan davasına dönüştü. Demir Leydi lakaplı Margaret Thatcher’ın toplumsal, ekonomik ve hatta yeşil sahalar için uyguladığı sıkı regülasyonların sonuçları sokaklarda kırılan bira şişelerinde uzun yıllar görülmeye devam etti.





Milwall FC – The Lions


1885 yılında Thames Nehri çevresindeki bir yarımadada kurulan Milwall, kuruluşundan sonra daha güneye taşınsa da ilk bölgesinden sadece birkaç kilometre uzaklaştı. İngiltere’de futbolun farklı fraksiyonlarda oynandığı 1900’lerin başında Milwall, kendi gibi güneydeki diğer takımlarla Güney Futbol Ligi’ni kurarak orada mücadele etmeye başladı. Günümüzdeki Premier Lig’in atası olan İngiltere Futbol Ligi’nden teklifler gelmesine rağmen bölgelerinde kalmayı tercih etti. Tüm ülkenin dikkatini çekecek kadar sükse yapmalarının sebebi ise düzenli olarak katıldıkları FA Kupası’nda iki kez yarı final oynamaları oldu. Kurulduklarında kendilerini “Dockers” – Tersaneciler ve “Rovers” – Gezginler şeklinde isimlendiren Milwall takımı, kısa sürede ulaştıkları iki FA Cup Yarı Finali’yle birlikte büyük bir özgüven yüklemesi yaparak kulüp armasına Aslan figürünü ekledi. Bunun üzerine taraftarlar arasında da artık lakapları “The Lions” - Aslanlar oldu. Kulübün taraftarlarının dilinde de tek bir söz vardı: “We Fear No Foe” - Hiç bir düşmandan korkmuyoruz. Bu mottonun altında Milwall’un kuruluşundan sonra geçen uzun yıllarda çok fazla düşman edinmesi de yatıyordu.


1910 yılına kadar sıkça lokasyon değiştiren kulüp, en sonunda Londra’nın güneydoğusundaki “The Den” diyecekleri mabetlerine yerleşti. 1920 sonrası ulusal merkezi lig olan İngiltere Futbol Ligi’ne katılma kararıyla 3. Ligden yeni bir serüveni başladı. İkinci Dünya Savaşı’na kadar kendi zirve savaşını veren Milwall, zaman zaman FA Kupası ile isminden söz ettirse de İngiltere’nin en üst ligine çıkmayı uzun süre başaramadı. Savaş sonrası zarar gören şehirde etkilenen yapılardan biri de mabet olarak gördükleri “The Den” Stadı’ydı. Aralarında ilginç bir şekilde West Ham’ın da bulunduğu komşu takımların da yardımıyla bu süreç atlatıldı.



Milwall, 1970’lere kadar yukarı ivme kazanamasa da 1964-1967 arasında evinde FA Kupası da dâhil olmak üzere 59 maçlık yenilmezlik serisi, taraftarlarıyla birlikte ne kadar güçlü bir takım olduklarını tüm İngiltere’ye gösterdi. 1988 sezonu ise kulüp tarihindeki bir diğer dönüm noktası oldu. The Lions, kuruluşundan bu yana ilk kez en üst kümeye yükseldi ancak bu serüven iki yıl gibi kısa bir süre sonra son buldu.


Bu serüvenin baş aktörlerinden biri de 17 yaşından beri lacivert-beyazlı formayı giyen Teddy Sheringham’dı. Özellikle 1986-1991 arasında Milwall formasıyla oynadığı 207 resmi maçta attığı 93 golle uzun süre kulüp tarihinin en golcü oyuncusu unvanını korudu. En üst ligde geçirilen kısa iki sezonda da 15’er gol atarak takıma büyük katkı verdi. Mavi-beyazlı formayı terlettiği son sezonunda tüm maçlarda attığı 38 gol, onun 1993’teki “The New Den”in açılışından önce kulüpten ayrılacak şöhreti kazanmasını sağladı. Bu yeni stadyum 20 bin kişilik kapasitesi ve sahayı kapsayan atmosferiyle sadece Milwall’un değil İngiltere futbol ekosisteminin de en simge stadyumlarından biri oldu.



Kulüp tarihinin en büyük efsanesi kim diye sorulsa muhtemelen günümüzde bile herkes Nial Harris cevabını verecektir. Kulüp formasını iki farklı dönemde de uzun süre terleten Harris, aynı zamanda 2009 yılında Sheringham’ı geçerek kulüp tarihinin en golcü oyuncusu unvanını kazandı. 2004 yılında kulüp tarihinin en büyük başarısı olan FA Kupası Finali’nde de sahadaydı. Alex Ferguson’un Manchester United’ına yenilseler de bu final halen tüm taraftarların gururla hatırladıkları bir anı olarak kulüp tarihinde yer aldı. İngiltere’nin zirvesi, Premier Lig ismiyle yeniden yapılandığından beri bu seviyeyi göremeyen Milwall, son 5 yıldır olduğu gibi bu sezonu da Championship’te geçirmeye devam ediyor.



Yakın tarihte Sam Allardyce, Tim Cahill, Kasey Keller, Lucas Neill, Chris Wood, Carlos Edwards ve Harry Kane gibi önemli futbol figürlerinin de durağı olan kulüp, tarihi boyunca kazandığı FA Kupası başarıları ve tarihin yarattığı derbileriyle taraftarlarının desteğini ve aşkını yıllardır buram buram hissediyor.




West Ham United – The Hammers


West Ham United ise 1895 yılında Thames Ironworks ismiyle aynı isimli tersanenin işçileri tarafından kuruldu. 1900 yılında 116 yıl ev sahipliklerini yapan stadyumları Upton Park’a taşındıktan sonra ise mahallenin ismi West Ham United’ı alarak takım adını günümüzü kadar taşındı. İşçi sınıfı kökenlerini ölümsüzleştirmek için kulüp logosundaki çekiç de baki olarak kaldı. “The Hammers” – Çekiçler lakabı da taraftarlarca benimsenerek kullanıldı. Rakip Milwall’un aksine profesyonel liglerin oluşmasıyla birlikte üst seviyelerde uzun yıllar geçirildi. Rekabetin bireysel anlamda daha başarılı tarafı olarak görülseler de derbiler de her zaman sonucun ortada olduğu maçlardı. Farklı dönemlerde üç kez FA Kupası kazanmaları, Milwall’ın Avrupa Kupalarında oynadığı iki maça karşılık üç tane Avrupa Kupası kazanmaları durumu bireysel anlamda özetliyordu. Aynı zamanda 1985-1986 sezonunda dönemin en üst seviye ligini üçüncü sırada tamamlamaları da en büyük ulusal başarıları olarak tarihe yazıldı.



İngiltere futbol tarihine damga vuran West Ham United’ın öz evlatları olarak adlandırabileceğimiz Bobby Moore, Martin Peters ve Geoff Hurst; günümüzde bile İngiliz futbolseverlerin imrenerek 1966 Dünya Kupası Şampiyonluğu’nun mimarları olarak andığı döneminin en büyük futbolcularıydı. Bu isimlerin yuvadan uçmasıyla birlikte çalkantılı yıllar geçiren West Ham, 1990’lı yılların ortasından itibaren ada futbolunun vitrininde olan bir kulüp olmayı sürdürdü. Premier Lig’in kuruluşundan beri geçen 28 yılın sadece üç yılında alt liglerde boy gösterdi.



West Ham United kulübü, üstün bir altyapı sistemiyle birlikte geliştirdiği muazzam bir sadakat kültürüne sahipti. Kulüp tarihi; Billy Bonds, Frank Lampard Sr., Trevor Booking, Alvin Martin, Mark Noble, Vic Watson gibi takım formasını uzun yıllar giyen lokal efsanelerle doluydu. Sadakat sadece futbolcular için değil taraftar için de çok önemli bir konuydu.



Boleyn Kulesi, Green Street olarak adlandırılan uzun sokak, sokak mafyaları, holiganlar ve şiddet unsurları farklı dönemlerin West Ham kültürünü yansıtıyordu. Yer yer aşırıya kaçan taraftar desteği sadece Green Street ve ara sokaklarında karanlık yüzünü göstermekle kalmıyor; Inter City trenleriyle gidilen deplasmanlarda ve hatta Avrupa Kupası maçları için gidilen İtalya’da bile korku salmaya devam ediyordu. Gittikleri yerde şiddetin de peşini takip ettiği bu uçarı taraftar grubu, kullandıkları deplasman treninin ismi sebebiyle “InterCity Firm” olarak adlandırıldı.



Saha dışındaki aşırılığın da etkisiyle saha içinde oynadığı formanın hakkının vermek için çabalamaktan başka çaresi olmadığını bilen pek çok futbolcu geldi geçti Boleyn sahası çimlerinden. Paolo di Canio, Paul Ince, Slaven Bilic, Frank Lampard, Rio Ferdinand, Joe Cole, Jermain Defoe, Michael Carrick, Carlos Tevez ve Javier Mascherano yakın futbol tarihinin popüler figürleri olmadan önce West Ham’ın bordo-mavili formasını terletti.



2016 yılında efsane stadyum Upton Park’tan yeni inşa edilen London Stadyumu’na taşınıldı. Son dokuz yıldır Premier Lig’de orta sıra mücadelesi veren takımın başında Gianfranco Zola, Sam Allardyce, Slaven Bilic, Manuel Pellegrini gibi teknik direktörler yer alsa da büyük bir başarı elde edilemedi. Son 3 sezondur ise David Moyes yönetiminde mücadeleyi sürdüren takımın kadrosunda. Premier Lig’in değerlerinden olan Kurt Zouma, Tomas Soucek, Declan Rice, Michail Antoino gibi isimler yer alıyor.




Dockers Derbisi – Kanlı bir Husumet ve Canlı bir Rekabet


1920’lerdeki grev henüz patlamamış ve aradaki tansiyon tırmanmamışken karşılaşmaya başlayan iki komşu takım arasındaki ilk maçların büyük bir seyirci ilgisiyle oynandığı söylenirdi.


İşçi sınıfı için bir eğlence olarak başlayan maçlarda taraftar sayısının 40 binlere ulaştığı eski kaynaklardan günümüze aktarıldı. Yine tarihi belgelerde iki takım arasındaki ilk maç, 1899-1900 yılındaki FA Kupası maçı olarak kayda geçti. O dönem seyahat etmenin zor olması ve takımların daha tam kurulmamış olması sebebiyle FA Kupası yerel takımlar arasında oynanan maçlarla başlıyordu. İlk maçı 2-1 kazanan Milwall, takip eden yıllarda oynanan Güney Futbol Ligi maçlarında da rakibi West Ham’a büyük bir üstünlük kurdu. Aynı bölgenin takımı olmaları ve ikisinin de Güney Futbol Ligi’nde mücadele etmesi sebebiyle rekabetin ilk yıllarında tam 60 kez resmi ve gayri resmi derbi oynandı. Bu süreçte Milwall’un 12 maçlık yenilmezlik serisi oldu yerel rakibine karşı. West Ham bu seriyi 1904 yılında sonlandırana kadar 23 maçta yalnızca 5 kere rakibine boyun eğdirebildi. Birinci Dünya Savaşı’na kadar oynanan bu 60 maçta ancak 18 kez West Ham sahadan galip ayrılarak ilk raundu Milwall’un gerisinde kapatmışa benziyordu.



Milwall büyük bir üstünlük kurmuşken malum grev ve sonrasında gelişen olaylar sonucu bu masum derbi yerini kanlı günlere bıraktı. 1922 yılında arşivlerde yer bulmayan bir East End Kupası maçının derbinin saha dışına taşmasındaki önemli bir dönüm noktası olduğu ortaya çıktı. Maçtan önce sokaklarda iki takım fanatikleri arasında çıkan olaylarda polisin de dâhil olduğu çatışmalar, toplam 8 kişinin hayatını yitirmesiyle son buldu. Bu tarihten sonra rakip taraftardan alınan canların hesabı tutulmaya başladı. Grev olaylarının yansıması olarak da değerlendirilebilecek bu hadise devam eden yıllarda daha da artarak devam etti.


Neyse ki takip eden yıllarda ortak ulusal lig piramidine giren iki takımdan arayı açan West Ham yukarı tırmanırken Milwall sorunlar yaşayarak daha alt kademelerde kaldı. Bu durum karşılaşma sıklığını azalttı derken olaylar aynı şiddetle devam etti. Özellikle Milwall taraftarı belki de altta kalmanın da hıncını sokaklarda ve agresiflikle gösterirken sadece West Ham cephesinin değil pek çok takımın nefretini toplayarak İngiltere genelinde istenmeyen bir düşman halini aldı.



İkinci Dünya Savaşı’na geçen yıllarda daha nadir karşılaşan iki takım arasında oynanan toplam 12 resmi maçta Milwall sadece 1 kez galip gelebildi. Rekabete biraz da olsa denge gelmiş ve ikinci raundu West Ham kazanmıştı. Ancak sokak olayları başka bir boyuta taşınarak mafya-çete savaşının maşası haline geldi. “Kray”ler ve “Richardson”lar, nehrin farklı yakasından gelen iki rakip çeteydi. Aralarındaki çatışmalar amansız bir şekilde başladı. Şiddetin seviyesi o kadar yükseldi ki Londra’nın East End bölgesi kanunsuz bir gangster bölgesi olarak düşünülmeye başlandı. Taraftar grupları da bu şiddete alet oldu ve durum öncekinden çok daha tehlikeli bir hal aldı. Bindikleri trenlerle gittikleri deplasmanlara da bu tehlike taşındı ve İngiltere holiganizmin pençesine takılmaya başladı. Farklı formlarda ve radikallikte tribün grupları türemiş ve amacı insan öldürmeye kadar giden eylemler gerçekleşmekteydi. Olay yeşil sahanın dışına çoktan çıkmıştı ve arada derbi oynanmayan uzun yıllara rağmen kan davası etti.



1947’den beri resmi maç oynamayan iki takım arasındaki olaylar 1972’de Milwall efsanesi Harry Cripps’in jübile maçına West Ham United’ın davet edilmesiyle yeniden tırmandı. İki rakip takım sadece The Den’de bir maç oynamayacaktı. Eski hesapları kapatmak için adeta bir sokak katliamı ortaya çıkacaktı. Bu şekilde yaşanan olaylarla can kayıpları devam ederken intikam arzuları her geçen gün büyüdü. West Hamlılar tarafından trenin önüne atılması sonucunda canını kaybeden bir Milwall taraftarının intikamı için tam iki yıl beklemeye göze alacak kadar bilenmişti gruplar birbirlerine. Artık resmen can almaya ve can vermeye gidiliyordu maçlara.


1980’lerin sonu ve 1990’ların başında gerçekleşen karşılaşmalardan sonra 2003 yılında West Ham’ın küme düşmesiyle yeniden ikinci ligde buluştu bu kanlı rekabet. İntikam devam ediyor ve 1922’de ilk kez öldürülen üç West Ham taraftarına beş tane daha kaybolan can ekleniyordu. 2012’de yine West Ham’ın küme düşmesi sonucunda karşı karşıya gelen iki takımın maçında aradan yıllar geçmesine rağmen “Bushwackers” isimli Milwall’un vahşi taraftar grubu üzerinde toplam öldürülen West Ham taraftarı sayısının yazdığı “8” tişörtleri giyiyordu. Buna karşılık West Ham tribünleri de 1920’lerdeki greve atıfta bulunarak “İşbirlikçi Katiller” pankartı açıyordu. Bu tarihten sonra bir daha karşı karşıya gelmeyen iki takımdan West Ham’ın azılı taraftar grubu InterCity Firm, Bushwackers’a görece yumuşayarak –belki saha içindeki güç ve seviye farkının çok açılması da buna sebep olmuş olabilir – Londra’daki diğer daha az kanlı derbi rekabetlerine odaklanmaya başladı.



Bu derbinin diğerlerinden ne kadar farklı olduğunu ve 100 yılı aşkın süredir kanla yazılan nefretin gerçekçiliğini herkes gördü. Komşu mahallelerde ve fabrikalarda bir yoksulluk problemi olarak ortaya çıkan ve farklı bir yüzyılda 20’li yaşlarını geçiren bir gencin hayatına son verecek kadar uzun süren bu nefreti bitirmek artık yeni jenerasyonların elinde. Neredeyse 10 senedir karşı karşıya gelmeyen bu iki takımın sıradaki derbisini artık kötü insanların, kan davalarının, cehaletin elinden kurtarmanın tam vakti. Rekabetin kanlı ve canlı yapısını saha içinde hatırlamaya, ailelerin çocuklarına nefreti değil futbolun güzelliğini anlatmaya ve geçmişi intikama çevirmeden unutmaya herkesin çok ihtiyacı var.



Sambacı

Comments


bottom of page